Yıl 1921, 28 Ocak Karadeniz suları, Kemalist diktatörlüğün katlettiği Türkiye proletaryasının önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın kızıl kanlarıyla rengini değiştirdi. Böylece Türkiye proletaryası 15 yiğit komünist evladını yitiriyordu.
Karadeniz'de Kemalist gericiler tarafından hunharca katledilen TKP’nin 15 önder ve militanlarının isimleri: Samsun Hançerli mahallesinden Mustafa Suphi (TKP Başkanı), Üsküdar Ahmet Çelebi mahallesinden Ethem Nejat (TKP Genel Sekreteri), Erzincanlı Aşçıoğlu Bahaeddin (Muallim), Uşak’ın Hacı Hüseyin Mahallesinden Kasım Hulusi, Sürmene’nin Asu Kariyesinden Kıralioğlu Maksut, Cihangirli Hilmioğlu İsmail Hakkı (Doktor), Van Ercişten Ahmetoğlu Hayrettin (Nefer), Bandırma Manyas Nahiyesinden Hakkı Bin Ahmet Ali (Topçu Yüzbaşı), İstanbullu Emin Şefik (Mühendis), Kadıköylü Tevfik Bin Ahmet (Tayyare Yüzbaşısı), Manisalı Kazım Bin Ali (İhtiyat Zabiti), Erzincan’ın Akdağ Kariyesinden Hatipoğlu Mehmet, İzmir Tilkilikten Hacı Nustafaoğlu Mehmet, Kandıralı Cemil Nazmi Bin İbrahim ve Maria -Meryem- (Mustafa Suphi'nin eşi.)
Mustafa Suphi 1883’te doğdu 1883’te Giresun’da doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesini ve Paris Siyasi İlimler okulunu bitirdi. Paris’te okulunu bitirirken bitirme tezi olarak Türkiye Tarım Kredileri Teşkilatının Durumu ve Geleceği üstüne bir çalışma hazırlamıştı. Bu arada Paris'te bir yandan Tanin gazetesi muhabirliğini yapıyor, öte yandan da sendikalar, işçi örgütleri ve siyasi partiler üzerine incelemeler yapıyordu.
1908'de Türkiye’ye döndü. Çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Üniversitelerde hukuk ve iktisat hocalığı yaptı. 1912’den itibaren Türkiye işçi ve köylülerini yok yere kırdıran emperyalist savaşlara, emperyalist yağma savaşlarına karşı çıktı ve Alman işbirlikçisi ittihatçı kompradorlarla mücadeleye başladı. Bu tarihte de Milli Meşrutiyet-Perver Fıkrasını kurmak için ithal (Uyarı) gazetesini çıkarıyordu.
Mustafa Suphi, Alman işbirlikçilerinin diğer muhalifleriyle birlikte 1913 yılında Sinop’a sürüldü. 1914’de buradan kaçarak Rusya’ya geçti. I. Emperyalist Dünya savaşı başlayınca Çarlık tarafından Urallara sürülen Mustafa Suphi, Burada Bolşeviklerle ve Türkiyeli devrimcilerle ilişki kurdu ve komünizmi benimsedi, Türk savaş esirleri arasında yoğun bir ihtilalci çalışma yürüttü. Aynı zamanda işçilerle birlikte demir yollarında çalışıyor ve onların hayatını ve kaderini paylaşıyordu. Moskova, Kazan, Sanara, Ufa ve Sarotov gibi şehirlerde İdil ve Ural bölgelerinden ilk Türkiyeli komünist gruplarını teşkilatladı.
Bolşevik partisi İslam bürosunda görev aldı. Mustafa Suphi büyük Ekim devriminden sonra Moskova’da ilk Türkiyeli komünist gazetesi Yeni Dünya’yı çıkardı. Yedi Türk lehçesinde yayınlanan bu gazete, Türkiyeli işçilerle Tatar devrimcilerinin birlikte çıkardıkları bir yayındı.
Mustafa Suphi ve Rusya’daki Türkiyeli komünistlerin amaçları bağımsız bir Türkiye komünist partisi teşkilatlanmak ve Anadolu'daki kurtuluş savaşına katılarak ulusal devrimin sosyal devrim yönünde gelişmesini sağlamaktı.
Türkiye Komünist Partisinin kurulması yolunda atılan ilk adım 25 Temmuz 1918’de Moskovada toplanan Türkiyeli sol sosyalistleri konferansı oldu. Bu kongreye Türkiye’li işçi ve köylüleri temsil eden yirmi işçi ve köylü delege katılmıştı. Kongreye Rus komünist Partisinin (Bolşevik) İdil, Ural, Tatar ve Başkırdılarının temsilcileri katıldılar. Konferans sonunda Türkiye İştirakiyyum (Komünist) Teşkilatı (TKT) kuruldu ve merkez komitesi başkanlığına Mustafa Suphi getirildi.
Mustafa Suphi, 1918 Kasımında Müslüman Komünistleri birinci kongresine katıldı. Stalin’in başında bulunduğu Milliyetler Komiserliğine bağlı olarak kurulan bütün Rusya Müslüman İşleri Merkez Komitesi üyesi ve uluslararası Doğu Propaganda dairesi Türk kesimi başkanı olarak çalıştı.
1918 Aralık ayında Petrograd’da yapılan Uluslararası Devrimler Toplantısı'na ve 1919 Martında Moskova da toplanan 3. Enternasyonalin birinci kongresine Türkiye delegesi olarak Mustafa Suphi katıldı. Yine bu yıllarda Rusya’nın çeşitli yerlerindeki esir düşmüş olan Doğu halklarını uyarmak için, Rezan, Astrahan, Kazan, Samara, Saratof, Moskova gibi şehirlerde Türk komünist Teşkilatlarını örgütledi. Bu teşkilat daha sonra toplanan 3. Enternasyonalin 2. kongresine delege ile katıldı ve gelecek kongreye ise dört oyla katılma hakkını aldı.
Mustafa Suphi, bu kongrede Türkiye halkının ve proletaryasının temsilciliğini yaptı. Yeni Dünya Gazetesinin çıkarılmasını İslam komiserliği ve Stalin kendisi sağlamıştı. Mustafa Suphi’nin sağlam devrimci karakteri ve proletarya davasına sarsılmaz bağlılığı ve devrimci siyaseti derinden kavraması onun büyük devrimci önderler içerisinde haklı bir güven yaratmasına sebep olmuştur.
Türkiye İştirakiyyum Teşkilatı merkezi 1919 başında Türkiye ile daha sıkı kurabilmek için Kırım’a geldi. Mustafa Suphi burada Bolşeviklerle beraber çalışarak bir “ Müslüman Komünistler Ülke Bürosunu” kurdu. Burada Kırım haberler gazetesi ve yeni dünya günlük olarak yayınlandı. Ayrıca çeşitli broşürlerde çıktı. Sonra Kırım’da bir parti okulu açıldı. Bu okulda eğitilen bir işçi ve köylü proletarya davasının sadık savunucuları oldular. Kırım’da Mustafa Suphi "Anayasa ve komünizm programı” gibi eserlerde yayınladı. Ayrıca sürgündeki ve esir düşmüş Türk ve diğer milletlerden halklardan Beynelmilel Şark Alayı kuruldu. Türk kayıkçılarıyla da Anadolu’ya kadrolar ve yayınlar gönderilmeye başlandı. Mustafa Suphi’nin yönetiminde kurulan Türkiye Komünist Teşkilatı Telif ve Tercüme komisyonu şu eserleri çevirmiştir: Anayasa, Komünist Partisi Programı, Lenin’nin Hayatı, Lenin’in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Hakkındaki Görüşleri, Komünist Programının Açıklanması, Komünist Manifestosu (Bildirisi), Kırmızı Ordu Kıtatı, Fıkra Hücreleri Talimatnamesi, Çocuk Dostu, Mektebe Kazandırma Terbiye Müsasseleri Talimat ve Programları.
Kırım’ı Urangeli’in beyaz orduları istila edince Mustafa Suphi, Odesa’ya hareket etti ve çalışmalarını orada sürdürüldü.
O tarihlerde Mustafa Kemal, ihtilale destek sağlamak için Bolşevikler’le ilişki kurmaya çalışıyordu. Bu amaçla Odesa’daki Mustafa Suphi ile haberleşti. Mustafa Suphi, Milli ihtilali desteklediklerini Mustafa Kemal’e bildirdi. Türkiye İstirakiyyum Teşkilatı adına Mustafa Suphi Milli mücadeleye yardım yapmak için Moskova’ya giderek Bolşevik Partisi Merkez Komitesi ile bir görüşme yaptı. Teklifi kabul edildi.
Anadolu da emperyalist işgale karşı silahlı mücadelenin başlaması üzerine Rusya’daki Türkiye komünistlerinin önderleri Anadolu’ya geçmeye karar verdiler. Mustafa Suphi Kafkas yolu kapalı olduğu için Anadolu’ya Türkistan üzerinden gitmeye çalıştı. Fakat, buradaki karşı devrimci faaliyetlerin bastırılması için kendisine ihtiyaç olunca bir yıl kadar Türkistan’da kaldı. Bununla beraber, bazı arkadaşlarını doğuya gönderdi. Türkistan’da Yeni Dünya’nın yayınına devam edildi ve Türkiyeli askerlerinden oluşan bir askeri birlik kuruldu. Ayrıca Mustafa Suphi uluslararası Doğu propaganda konseyinin Türkistan şubesini teşkilatladı. Bu teşkilatla Kars, Buhara, İran-Türkiye komünist teşkilatları birleştirmeyi başarır Mustafa Suphi Taşkent’te iken, Türkistan komünist partisi 3. Kongresi'ne de alındı ve bu parti ile ortaklaşa çalışarak bütün doğu halklarının kurtuluşu davasına önder bir yönetici olarak hizmet etti.
Mustafa Suphi ve yoldaşları 1920 Mayıs’ında bütün teşkilatla birlikte Bakü’ye geldiler. Bura da eski Türk komünist grubu yeniden ele alınarak kuruldu ve Türkiye komünist teşkilatının bir kolu olarak düzenlendi. Mustafa Suphi Alman işbirlikçisi İttihat ve Terakki’nin adamı Bahattin Şakir’i kurduğu sahte "Türk Komünist Partisi"ni yıktı ve açığa çıkardı. Anadolu’dan başlayan ulusal mücadeleye katılmak için Mustafa Suphi, bu defa da Azerbaycan’da bir seferberlik ilan etti.
Bu teşkilatlanma çalışmasıyla beraber, yoğun bir yayın faaliyeti başladı. Yeni Dünya dört bin nüsha basılıyor, iki bini Anadolu’da dağıtılıyordu. Ayrıca Gençlik adlı bir gazete ve çeşitli broşürler yayınlandı. Parti okulu açıldı. Türkistan'da iken kurulmuş olan askeri birlik milli mücadeleye katılmak amacıyla geliştirip ve 1200 kişilik bir kızıl alay haline getirildi. Nahcivan da, Anadolu ile ilişkileri sağlamak üzere bir şube kuruldu. Erzurum, Sivas, Ankara ve Karadeniz sahillerinde faaliyetlere girişildi.
Mustafa Suphi ve arkadaşları 1 Eylül 1920’de toplanan Bakü Şark milletleri kurultayına katıldılar. Mustafa Suphi 10 Eylül 1920’de 74 delegenin katılmasıyla birinci Türkiye Komünist Partisi(TKP)nin kongresini topladı. Bu kongreye bizzat Mustafa Suphi ve yoldaşlarının hazırladığı Tüzük ve programı teklif edildi, onaylandı. Ve böylece ülke çapında hareketi kucaklayan Türkiye Komünist Partisi kuruldu.
Mustafa Suphi’nin proletaryasının ve halkın davası ve ulusal bağımsızlık için adadığı hayatı devrimciler ve halk için örnektir. Yılmaz mücadele ruhu, devrim davasına bağlılığı yığınları etkileme ve teşkilatlama yetenekleri Mustafa Suphi yaptı. O’nun mücadelesi, fikirleri ve yetenekleri, devralmamız ve sürdürmemiz gereken değerli bir mirastır. Mustafa Suphi yoldaşı yaşamı, krallığa, sultanlığa, Çarlığa ve dünya kapitalist emperyalist sömürü sistemine karşı militan kavgadan ibaretti. Hayatını sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadeleye adamıştı. Mustafa Suphi, yetenekli bir örgütleyici, militan bir eylemci ve Marksist-Leninist önder özelliklerine sahip olan Mustafa Suphi yoldaş, mücadele hayatında proleter enternasyonalizmine sonuna kadar bağlı kaldı. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, başını Kautsky'nin gerektiği İkinci Enternasyonal oportünizmine karşı mücadele Leninizm’in bayrağını kararlıkla dalgalandırdılar.
Mustafa Suphi yoldaş, Çarlık Rusya’sının Ural bölgesinde sürgündeyken, Lenin yoldaşın önderliğindeki Bolşevik Partisine üye oldu. Ekim Devriminin zaferine dek Çarlığın yıkılması için Bolşeviklerin saflarında mücadelesini sürdürdü. Ekim devriminin özellikle doğu halklarındaki devrimci uyanışında önemli etkisini gören Mustafa Suphi yoldaş doğu halklarının bu devrimci uyanışını hızlandırmak için kararlı bir mücadele sürdürdü. "Doğu Enternasyonal Birliği" adında silahı bir askeri birlik örgütlendi Ayrıca "Doğu Halkları Komünist Örgütleri Merkez Bürosu"nda aktif rol oynadı.
Mustafa Suphi yoldaşın Komünist Enternasyonalin II. Dünya Kongresi ile ilgili olarak kaleme aldığı yazıdaki şu sözler onun doğu halklarının devrimci uyanışına beslediği derin umudu ve inancı ifade ediyordu:
"Şimdi 3. Enternasyonal'in karşısında duran önemli mesele, batı proletaryası gibi, doğunun derin karanlıklarında ezilen ve yoksul halkları da kendi etrafında birleştirmeyi ve emperyalizme karşı Asya'da yükselecek büyük bir yumruk hazırlamayı başarmaktır."
Türkiye’nin emperyalist işgal altında bulunduğu yıllarda Mustafa Suphi yoldaş, Türkiye'nin durumuyla yakından ilgilendi. Sıcak bağlar kurmak için çaba sarf etti. O her şeyden önce ülkenin "Mazlum amale ve rençberlerine" sonsuz bir güven duymaktaydı. Mustafa Suphi ve yoldaşları komünist partisinin kurulması için hızlı bir faaliyet içine girdi, ilk adım olarak 1918 yılında “Yeni Dünya" adlı komünist gazeteyi çıkardı.
Mustafa Suphi yoldaş emperyalist işgale karşı yiğitçe başkaldıran Anadolu'nun fedakar köylülerinin ve işçi sınıfının mücadelesinin önderliğini ele geçirmek isteyen komprador burjuvazi ve toprak ağalarının temsilci Kemalistleri bu mücadele sonucu halkın kazanımlarını gasp edeceklerini "Milli Müdafa" ile başlayan hareketin "Zulüm ile çarpıştıkça ezilen işçi köylü sınıflarının gönüllerini fetheden devrim hareketi"ne yönelik gelişmezse "Er geç iflasa mahkum olacağını" da o zaman tespit etmekteydi.
Mustafa Suphi yoldaş emperyalist işgal altında bulunan "Türkiye'nin Mazlum Amele ve Rençberlerine” şu çağrıda bulunuyordu. "Emperyalist hükumetlerin bugün memleketimize ve halklarımıza saldıran ordularına karşı savaşa kalk."
Mustafa Suphi yoldaş işçi sınıfının ve köylülerin kurtuluşunun ancak devrimle mümkün ola-bileceğini, ancak böyle bir devrimin Komünist Partisi önderliğinde kitlelerin eseri olacağı temel ilkesini kararlılıkla savunarak her türlü reformcu, uzlaşmacı teorilere karşı çıktı. Proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini devam ettirebilecek komünist partisinin kuruluşu için sistemli olarak yürüttüğü çaba 10 Eylül 1920'da sonuçlandı. Mustafa Suphi yoldaşın başkanlığında, Bakü'de yapılan kongrede TKP'i kurdu. Parti başkanlığına Mustafa Suphi yoldaş, genel sekreterliğine ise Ethem Nejat yoldaş getirildi.
Her türlü uzlaşmacı teorilere karşı Mustafa Suphi yoldaşın şu sözleri vurucudur. "Komünist partisi devrim hareketinin yeni girdiği gelişmemiş memleketlerde, emperyalizme karşı varlığını savunan milli kuvvetlere yardımla birlikte, genellikle sermayedarlar idaresine karşı, sınıf mücadelesi duygusunun emekçi halk içinde derinleşmesine uygun yollar bulmalı ve mutlaka teşkilatın bağımsızlığını korumalıdır.” (Mustafa Suphi'nin hazırladığı TKP I. Kongresi'nin “Sömürgeler ve Milletler Hakkında Karar”dan.)
Mustafa Suphi, yoldaşın en büyük eseri TKP idi. Öte yandan TKP’nin kuruluşundan en çok rahatsızlık duyan Kemalist güçler yeni planlar kurdular. Nitekim, Kemalist diktatörlük kendisini bertaraf edebilecek şeyin ancak böyle demir disiplinli bir Komünist parti önderliğinde gelişecek mücadelenin olduğunu bildiğindendir ki, komünist partisini daha kuruluşunun başında darbeleyip etkisiz hale getirmek, önderlerini yok etmek için bir dizi burjuva ayak oyunları tezgahladı.
Önce Mustafa Kemal’in talimatıyla sahte bir komünist partisi kurduruldu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının şiddetli teşhiri sonucu kısa zamanda bu “Komünist Partisi”nin sahtekarlığı açığı çıkartıldı. Bu kez Kemalist diktatörlük komünist önderleri katletme planlarını hazırladı. Mustafa Kemal Mustafa, Suphi’ye çağrılar yolladı. Mustafa Suphi yoldaş bu çağrıların arkasındaki burjuva ayak oyunlarını pek görememesi olacak ki, ihtiyatı elde bırakarak Millet meclisinin ve bizzat Mustafa Kemal’in daveti üzerine bir an önce ulusal kurtuluş mücadelesine katılmak için 1921 Ocak ayında Kars’a gelen Mustafa Suphi önderliğindeki TKP heyeti burada Kemalist diktatörlüğün alçakça saldırıları ve provakasyonlarına maruz kalmaları üzerine, Trabzon'a geçmek zorunda kaldı. 28 Ocak'ta Trabzon'a vardığı zaman, 14 yoldaşı ile birlikte silahları elinde olarak bir sandala bindirildiler. Sandalın denize açılmasının hemen arkasından, katillerin doldurulduğu ikinci bir sandalla Mustafa Suphi ve yoldaşları izlendi. Kemalist diktatörlüğün bu eli kanlı katilleri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını süngülerle 28 - 29 Ocak 1921 gecesi Karadenizin ortasında alçakça katlettiler. Böylece Türkiye'nin “mazlum amele ve rençberleri” TKP’nin önderleri 15 komünist evladını yitiriyordu. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının alçakça katledilmesi üzerine TKP'nin yönetimi Şefik Hüsnü ve diğer oportünist hempalarını eline geçti. Şefik Hüsnü 40 yıllık yönetimi boyunca Kemalist diktatörlüğün kuyrukçuluğu teorisini geliştirdi. Sosyal şoven bir çizgi izledi. Proletaryanın bağımsız siyasetinden kopan kitlelere yabancılaşan TKP ünlü 1951 tevkifatıyla çöktü.
Oportünist önderlerin bir kısmı tutuklandı. Bir kısmı ise soluğu yurt dışına kaçarak aldı. Bunların arasında Yakup Demir'in önderliğindeki Şüreka bir tabela partisi kurdu. Yakup Demir kliği Stalin'in ölümünden sonra Bolşevik partisini gasp eden Kruşçev revizyonizminin sadık izleyicileri haline geldiler. Sovyetlerde kapitalizmin adım adım restoresi sonucu Sosyal - emperyalist ülke haline gelmesine paralel olarak tabela partisinden öteye gitmeyen TKP de sosyal - faşist bir karakter kazandı. Yakup Demir önderliğindeki bu ihanet şebekesinin TKP'siyle Mustafa Suphi yoldaşın TKP'si arasında en ufak bir benzerlik dahi yoktu. Sonrasında da TKP adına hareket eden bir çok çevre oldu ama bunların hemen tümü de reformist parlamentarist çizginin dışına çıkamadığı gibi M. Suphi yoldaşın değil ama Şefik Hüsnü’nün TKP’sinin mirasçıları olmaktan kurtulmadılar.
Bugün bir çok dergi çevresi ve akımın Mustafa Suphi'ye sahip çıkmaları hiç de gerçekçi değildir. Çünkü Mustafa Suphi yolunda ilerlemek her türden revizyonizme, sınıf uzlaşmacılığına, faşist şovenist saldırılara ve sosyal şovenizme karşı proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini kararlılıkla savunmakla mümkündür. Bugün faşist diktatörlüğün işçi, emekçi ve Kürt düşmanlığı yapan ırkçı şovenist politikalarına payanda olanlar ve Kürt sorununda sosyal şovenist bir konumda duranlara, Mustafa Suphi'nin fikirleri değil, Şefik Hüsnü'nün oportünist fikirleri ışık tutmaktadır. Mustafa Suphi yoldaş mücadelesi boyunca emperyalist savaşa karşı ve işbirlikçilerine karşı kararlı bir mücadele yürüterek proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini sonuna dek savundu. Çünkü Mustafa Suphi yoldaş proleter enternasyonalist bir komünistti. Bu bakımdan Marksizm-Leninizm’in kendileriyle başladığını iddia edenler, Mustafa Suphi'nin bize bıraktığı değerli mirasa sahip çıkmaları sahtekarlıktan öteye gitmez.
Aynı zamanda Mustafa Suphi'nin çizgisi ile Şefik Hüsnü'nün sosyal şoven çizgisinin aynı kefeye koyanların böyle bir iddiaları da lafızlardan öteye gitmez. Bu komünist mirasa sahip çıkmak bu temelde gelişmek ancak bugün anti-Marksist akımların saldırılarına karşı bu davayı titizlikle korumakla mümkündür. Komünist hareket M-L düşman akımlara karşı mücadele içinde bu değerli mirasın temelinde gelişmektedir. Komünist hareket, bugün M-L kendisiyle başladığını iddia etmekte olan her türden oportünist inkarcılığa karşı mücadele ederek bu mirası titizlikle korumaktadır. Mustafa Suphi yoldaşın fikirleri bugün her zamankinden daha çok bize ışık tutmaktadır. Komünist hareket anti-Marksist akımlara karşı ve inkarcılığa karşı kararlı mücadelesini proletarya partisini kurma tarihi görevini yerine getirecek bu mirasa layık olduğunu ispatlayacaktır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri katledilişlerinin 95. yıldönümün de Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını unutmayacaktır. Onlar'ın mücadeleleri, bugün Türkiye devriminin yolunu aydınlatmakta ve faşist diktatörlüğü yıkma ve işçilerin ve emekçilerin devrimci konseyler iktidarını kurma mücadelesinde, işçi sınıfını ve emekçi halk kitlelerinin elinde kanlarıyla kızıllaşan bir bayraktır. Ve bu bayrak kavgamızda hep dalgalanacaktır.
28 Ocak 2016 Perşembe
Kavgamızın yürekli militanı Meral Yakar kavgamızda yaşıyor!
12 Mart faşist cuntasına karşı devrimci mücadeleyi omuzlayan TKP/ML Hareketi'nin kurucu militanlarından Meral Yakar'ın 37. ölüm yıl dönümü. Yakar, 22 Ocak 1973'te bir yoldaşının ihmali sonucu yaralandı ve yoldaşının hastaneye getirmesinde gözaltına alındı ve konuşması için tedavi edilmeyerek kaldırıldığı Numune hastanesinde, işkenceciler tarafından katledildi.
Meral Yakar; İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız, İrfan Çelik yoldaşların yoldaşıydı. PDAda İbrahim Yoldaşla birlikte koparak TKP/ML Hareketi'ni kurmuşlardı. Yakar, kendini; devrim ve sosyalizm için, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin kurtuluşu için mücadeleye adayan bir ' bir komünist devrimciydi.
Türkiye devrimci hareketinin ilk militan kadın şehitleri arasında olan Meral Yakar, Antep'in Kilis ilçesi doğumlu. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'nde öğrenci gençliğin mücadelesine katılır. 12 Mart darbesinden sonra TKP/ML Hareketi'nin saflarında illegal devrimci mücadeleyi seçer. Profesyonel devrimci yaşamı seçmesi nedeniyle okulunu bırakır. Meral Yakar, Gülsuyu Mahallesi'nin kuruluşunda da yer alır.
Meral Yakar, 1973 yılının Ocak ayının 22'sinde İstanbul Ümraniye'de kaldığı evde yoldaşının kaza kuşunu ile yaralanır. Yoldaşı Meral'i hastaneye götürür. Hastanede işkenceciler, tedavisi karşılığı yoldaşları hakkında bilgi vermeyi dayatırlar. Ama o direnişi seçer. Meral üç gün yaşar. İşkenceci polislerin baskı ve tehditleri altında ağzından tek söz çıkmaz. Meral Yakar işkenceler sonucu, ölüm tutanağına göre 25 Ocak 1973 günü yaşamını yitirir düşer. İşkencede konuşmadığı için faşist cellatlar Meral yoldaşı katlettiler.
Katledilişinin 43. yılında Meral yoldaşı saygıyla anıyor yarım bıraktıklarını tamamlayacağımıza söz veriyoruz.
Meral Yakar; İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız, İrfan Çelik yoldaşların yoldaşıydı. PDAda İbrahim Yoldaşla birlikte koparak TKP/ML Hareketi'ni kurmuşlardı. Yakar, kendini; devrim ve sosyalizm için, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin kurtuluşu için mücadeleye adayan bir ' bir komünist devrimciydi.
Türkiye devrimci hareketinin ilk militan kadın şehitleri arasında olan Meral Yakar, Antep'in Kilis ilçesi doğumlu. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'nde öğrenci gençliğin mücadelesine katılır. 12 Mart darbesinden sonra TKP/ML Hareketi'nin saflarında illegal devrimci mücadeleyi seçer. Profesyonel devrimci yaşamı seçmesi nedeniyle okulunu bırakır. Meral Yakar, Gülsuyu Mahallesi'nin kuruluşunda da yer alır.
Meral Yakar, 1973 yılının Ocak ayının 22'sinde İstanbul Ümraniye'de kaldığı evde yoldaşının kaza kuşunu ile yaralanır. Yoldaşı Meral'i hastaneye götürür. Hastanede işkenceciler, tedavisi karşılığı yoldaşları hakkında bilgi vermeyi dayatırlar. Ama o direnişi seçer. Meral üç gün yaşar. İşkenceci polislerin baskı ve tehditleri altında ağzından tek söz çıkmaz. Meral Yakar işkenceler sonucu, ölüm tutanağına göre 25 Ocak 1973 günü yaşamını yitirir düşer. İşkencede konuşmadığı için faşist cellatlar Meral yoldaşı katlettiler.
Katledilişinin 43. yılında Meral yoldaşı saygıyla anıyor yarım bıraktıklarını tamamlayacağımıza söz veriyoruz.
24 Ocak 2016 Pazar
Ali Haydar Yıldız yoldaş ölümsüzdür!
Ocak ayı dünya ve Türkiye devrimi açısından büyük önem taşıyan bir aydır. Ve 24 Ocak 73 Türkiye proletaryasının önderlerinden İbrahim Kaypakkaya yoldaşın yaralandığı ve Ali Haydar yoldaşın katledildiği ve tarihe Vartinik direnişi olarak geçen gündür.
Ali Haydar Yıldız 1953 yılında Dersimde yoksul bir Kürt çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrencilik yıllarında devrimci mücadeleyle tanıştı ve 1972 yılında TKP-ML Hareketinin kuruluşu çalışmalarını omuzladı.
İbrahim Kaypakaya ile birlikte TKP/ML Hareketi kurucu militanıdır Ali Haydar Yıldız yoldaş. Kürdistan'da devrimci çalışmalara katılan Dersim'in yiğit evladı Ali Haydar, 1973'ün 24 Ocak'ında Vartinik'in Mirik mezrasında yoldaşlarının kaçmasını sağlamak için giriştiği çatışmada, İbrahim yoldaş yaralanırken kendisi de şehit düştü. 12 Mart faşizmi onun kararlılığından hiçbir şey eksiltmedi.
1972'de Dersim halkına uygulanan teröre karşı dişe diş militanca karşı durdu. O, boyun eğmez tavrı, ölümü hiçe sayan kararlılık ve özveriyi yaşamda uygulayan cesur bir komünistti. Halka ve örgüte bağlılığın,düşmana karşı uzlaşmaz savaşçılığın timsali olan Ali haydar Yıldız yoldaş kavgamızda yaşıyor, yaşayacaktır.
Ali Haydar Yıldız 1953 yılında Dersimde yoksul bir Kürt çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrencilik yıllarında devrimci mücadeleyle tanıştı ve 1972 yılında TKP-ML Hareketinin kuruluşu çalışmalarını omuzladı.
İbrahim Kaypakaya ile birlikte TKP/ML Hareketi kurucu militanıdır Ali Haydar Yıldız yoldaş. Kürdistan'da devrimci çalışmalara katılan Dersim'in yiğit evladı Ali Haydar, 1973'ün 24 Ocak'ında Vartinik'in Mirik mezrasında yoldaşlarının kaçmasını sağlamak için giriştiği çatışmada, İbrahim yoldaş yaralanırken kendisi de şehit düştü. 12 Mart faşizmi onun kararlılığından hiçbir şey eksiltmedi.
1972'de Dersim halkına uygulanan teröre karşı dişe diş militanca karşı durdu. O, boyun eğmez tavrı, ölümü hiçe sayan kararlılık ve özveriyi yaşamda uygulayan cesur bir komünistti. Halka ve örgüte bağlılığın,düşmana karşı uzlaşmaz savaşçılığın timsali olan Ali haydar Yıldız yoldaş kavgamızda yaşıyor, yaşayacaktır.
Ali Haydar Yıldız yoldaş ölümsüzdür!
Ali Aktaş yoldaş ölümsüzdür!
İster kızsın İsterse hırsından köpürsün düşmanlarımız Ve şafak sökerken Çukurova'da Bizim için hazırladıkları dar ağaçlarında Onları sallandıracağız Onları! TKP/M-L Hareketi'nin ilk idam şehidi olan Ali Aktaş, Arap milliyetinden bir komünistti.
1976'dan sonra İskenderun'da gençlik mücadelesinin öne çıkardığı bir gençlik önderiydi. 1978'den itibaren profesyonel devrimcilik yapan Ali yoldaş, bölgesinde gelişen tüm eylemlerin örgütlenmesine ve yürütülmesine aktif katıldı.
16 Eylül'de Erdener yoldaşın şehit düştüğü faşist Türkeş'i İskenderun'a sokmayan emekçi halk direnişinin de önderiydi. 9 Haziran 1980'de Ali Kaya Yıldız yoldaşın şehit olduğu faşistlerle girişilen çatışmada da O vardı. Çatışma sonrası Kocatepe'de kendisini pusuya düşüren faşist saldırganlardan birini öldürüp, bir diğerini de ağır yaralayarak gereken cezayı verende O'ydu.
O, direnişlerin, çatışmaların, eylemliklerin hep önündeydi. Korkusuz, kızıl bir kavga kartaldı. Devrimci militanlığı, düşmana karşı uzlaşmazlığı, cesareti Çukurova'da hala dilden dile dolaşan Ali Aktaş yoldaş, düşmanın eline geçtiğinde de önderi Kaypakkaya’nın soylu direniş geleneğinin sürdürücüsü oldu, ser verdi sır vermedi; cellatlara hiç bir zaman boyun eğmedi. İşkencede bu büyük direnişi faşist diktatörlüğü korkutuyordu.
O'nun için ellerinde hiç bir kanıt olmamasına rağmen, paşalar ferman buyurdu. Ali Aktaş yok edilmeliydi. 23 Ocak 1983'te katledilmeye götürülürken başı dik özgürlük savaşçılarının gururuyla marş söyleyerek Adana zindanını inletti. O gün Çukurova titredi, Toroslar sarsıldı bir komünistin baş eğmezliği, yenilmezliği karşısında. Katledilişinin 33. yılında yine aramızda yaşıyor, savaşıyor.
1976'dan sonra İskenderun'da gençlik mücadelesinin öne çıkardığı bir gençlik önderiydi. 1978'den itibaren profesyonel devrimcilik yapan Ali yoldaş, bölgesinde gelişen tüm eylemlerin örgütlenmesine ve yürütülmesine aktif katıldı.
16 Eylül'de Erdener yoldaşın şehit düştüğü faşist Türkeş'i İskenderun'a sokmayan emekçi halk direnişinin de önderiydi. 9 Haziran 1980'de Ali Kaya Yıldız yoldaşın şehit olduğu faşistlerle girişilen çatışmada da O vardı. Çatışma sonrası Kocatepe'de kendisini pusuya düşüren faşist saldırganlardan birini öldürüp, bir diğerini de ağır yaralayarak gereken cezayı verende O'ydu.
O, direnişlerin, çatışmaların, eylemliklerin hep önündeydi. Korkusuz, kızıl bir kavga kartaldı. Devrimci militanlığı, düşmana karşı uzlaşmazlığı, cesareti Çukurova'da hala dilden dile dolaşan Ali Aktaş yoldaş, düşmanın eline geçtiğinde de önderi Kaypakkaya’nın soylu direniş geleneğinin sürdürücüsü oldu, ser verdi sır vermedi; cellatlara hiç bir zaman boyun eğmedi. İşkencede bu büyük direnişi faşist diktatörlüğü korkutuyordu.
O'nun için ellerinde hiç bir kanıt olmamasına rağmen, paşalar ferman buyurdu. Ali Aktaş yok edilmeliydi. 23 Ocak 1983'te katledilmeye götürülürken başı dik özgürlük savaşçılarının gururuyla marş söyleyerek Adana zindanını inletti. O gün Çukurova titredi, Toroslar sarsıldı bir komünistin baş eğmezliği, yenilmezliği karşısında. Katledilişinin 33. yılında yine aramızda yaşıyor, savaşıyor.
HDP kongresi sona erdi: Öcalan ve bayrakla ‘eşit yurttaşlık, ortak vatan’ mesajı
HDP’nin Ankara’da gerçekleştirilen 2’inci Olağan Büyük Kongresi’nde eş başkanlık görevine bir kez daha Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ seçildi.
Eşit yurttaşlık mesajı
Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yapılan kongreye, yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda kişi katıldı. Kongrede en dikkat çekici detay ise, büyük ekrana PKK lideri Abdullah Öcalan ve Türkiye bayrağıyla yansıtılan ‘Eşit Yurttaşlık Ortak Vatan’ sloganı oldu. Kongrede aynı zamanda Suruç ve Ankara’daki saldırılarda hayatını kaybedenlerin yanı sıra, Cizre, Sur ve Silopi’deki kayıplar da saygı duruşuyla anıldı.
Kongrede söz alan eş genel başkan Figen Yüksekdağ, “Bizler, nefretin sözü karşısında bütün Türkiye halklarının kucaklaşmasının sözünü söyleyeceğiz, hareketini örgütleyeceğiz. Bugün Sur’da, Cizre’de, Silopi’de bizim bu sözümü ve irademiz vardır. İşte bu sözün hareketi vardır. Artık geldiğimiz tarihsel kavşakta bir şeylerin değişmesi gerekiyor” diye konuştu.
‘Demokratik cumhuriyete sımsıkı sarılacağız’
Bu değişimin radikal demokrasi çerçevesinde olması gerektiğini savunan Yüksekdağ, “Yeni yaşamın bu temeller üzerine kurulması için zulüm iktidarına rağmen kararlı yürüyüşümüzü büyüteceğiz. Onlar bize diktatöryaya dayalı bir cumhuriyet dayatıyorlar, bizler demokratik cumhuriyete sımsıkı sarılacağız. Bizim demokratik cumhuriyetimizde reddedilen, iradesi yok sayılan olmayacak, adaletin, eşitliğin özgürlüğün yani büyük insanlığı evrensel değerlerinin hükmü olacak. Bugünkü siyasi iktidar evrensel değerlerden tamamıyla uzaklaşmış durumda” dedi.
Demirtaş’tan yol temizliği şartı
Diğer HDP lideri Selahattin Demirtaş ise, yeni anayasa yapımından önce Türkiye’de yol temizliği yapılması gerektiğini belirterek, şunları söyledi: “Anayasaya giden yolda temizlik yapacağız. Medyayı özgür bırakacağız, fikirleri özgür bırakacağız. Çatışmayı, ölümleri durduracağız. Müzakere masasını kuracağız ve parlamentoda anayasayı daha rahat konuşacağız. Bu yol temizliğini yapmadan anayasa yapmaya nasıl yürüyebiliriz?”
Kongre, eş başkanların konuşmalarının ardından faaliyet ve mali raporların okunmasıyle devam etti. Oy verme işlemi ise 49 bin delegenin katılımıyla gerçekleşti. Seçimlerde, eş başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş seçildi. Kongre seçimlerin ardından son buldu.
Kaynak: Diken
Eşit yurttaşlık mesajı
Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yapılan kongreye, yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda kişi katıldı. Kongrede en dikkat çekici detay ise, büyük ekrana PKK lideri Abdullah Öcalan ve Türkiye bayrağıyla yansıtılan ‘Eşit Yurttaşlık Ortak Vatan’ sloganı oldu. Kongrede aynı zamanda Suruç ve Ankara’daki saldırılarda hayatını kaybedenlerin yanı sıra, Cizre, Sur ve Silopi’deki kayıplar da saygı duruşuyla anıldı.
Kongrede söz alan eş genel başkan Figen Yüksekdağ, “Bizler, nefretin sözü karşısında bütün Türkiye halklarının kucaklaşmasının sözünü söyleyeceğiz, hareketini örgütleyeceğiz. Bugün Sur’da, Cizre’de, Silopi’de bizim bu sözümü ve irademiz vardır. İşte bu sözün hareketi vardır. Artık geldiğimiz tarihsel kavşakta bir şeylerin değişmesi gerekiyor” diye konuştu.
‘Demokratik cumhuriyete sımsıkı sarılacağız’
Bu değişimin radikal demokrasi çerçevesinde olması gerektiğini savunan Yüksekdağ, “Yeni yaşamın bu temeller üzerine kurulması için zulüm iktidarına rağmen kararlı yürüyüşümüzü büyüteceğiz. Onlar bize diktatöryaya dayalı bir cumhuriyet dayatıyorlar, bizler demokratik cumhuriyete sımsıkı sarılacağız. Bizim demokratik cumhuriyetimizde reddedilen, iradesi yok sayılan olmayacak, adaletin, eşitliğin özgürlüğün yani büyük insanlığı evrensel değerlerinin hükmü olacak. Bugünkü siyasi iktidar evrensel değerlerden tamamıyla uzaklaşmış durumda” dedi.
Demirtaş’tan yol temizliği şartı
Diğer HDP lideri Selahattin Demirtaş ise, yeni anayasa yapımından önce Türkiye’de yol temizliği yapılması gerektiğini belirterek, şunları söyledi: “Anayasaya giden yolda temizlik yapacağız. Medyayı özgür bırakacağız, fikirleri özgür bırakacağız. Çatışmayı, ölümleri durduracağız. Müzakere masasını kuracağız ve parlamentoda anayasayı daha rahat konuşacağız. Bu yol temizliğini yapmadan anayasa yapmaya nasıl yürüyebiliriz?”
Kongre, eş başkanların konuşmalarının ardından faaliyet ve mali raporların okunmasıyle devam etti. Oy verme işlemi ise 49 bin delegenin katılımıyla gerçekleşti. Seçimlerde, eş başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş seçildi. Kongre seçimlerin ardından son buldu.
Kaynak: Diken
23 Ocak 2016 Cumartesi
HDP Heyeti ile Öcalan'ın görüşmesi yayınlandı / Erdoğan: Bir zamanı var ve Apo ile de anlaşmışım ama...
HDP'nin İmralı Heyeti ve Abdullah Öcalan arasında İmralı'da gerçekleşen görüşme notlarının bir bölümü yayınlandı.
Erdoğan'ın Sırrı Süreyya Önder'e Suriye'de Kürt bölgesine izin vermeyeceklerini söylediği, onun dışında her şeyde Öcalan'la anlaştığını söylediği ileri sürülüyor. Öcalan'ın da benzer şekilde kırmızı çizgisini açıkladığı ifade ediliyor.
Öcalan'ın HDP Heyeti ile yaptığı görüşme notlarından bir bölümü yayınlandı. ANF'nin haberine göre, Haziran Direnişi sonrası HDP'nin İmralı Heyeti'nden çıkarılan Sırrı Süreyya Önder'in heyette olması için Abdullah Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüştü. Bunun üzerine HDP heyeti dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüşerek durumu değerlendirdi. Bu görüşmeden sonra Ekim 2013’te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Önder’i davet ederek bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme üç saat sürdü ve Erdoğan’ın yanında sadece Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bulunuyordu. Bu görüşmede, 25-30 dakika 'Gezi' konuşuldu. Görüşmeden sonra Önder’in tekrar heyete dahil olması kabul edildi.
ANF'de yer alan notlar şöyle:
Mezopotamya Yayınları tarafından kitaplaştırılan ‘İmralı Notları’nda, Önder, bu görüşmenin detaylarını Öcalan’a aktarır.
Buna göre; 9 Kasım 2013’te İmralı’ya giden BDP heyeti içerisinde yer alan Önder ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
Önder: Ben Başbakan'a dedim ki, "Şimdi ben heyete girersem Kandil’e de gideceğim. Siz süreç hakkında ne düşünüyorsunuz, neleri yapmayı planlıyorsunuz" diye sordum. O da bana "Cemil’e (Bayık) söyle, bana meydan okuyup durmasın" dedi.
Öcalan: (Gülerek) Türk işi kabadayılık! Cemil’i ben uyaracağım, Başbakanı da siz uyarın. Bu işler bu üslupla olmaz.
Önder: Başbakan devam etti: "Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızıçizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim" dedi.
Öcalan: (Sinirlenerek) Sen de ona söyle: Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızıçizgimizdir!
Aynı görüşmenin devamında Suriye ve Rojava konusu tekrar gündeme gelir. AKP’nin Rojava politikasını eleştiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunur:
"Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da, (devlet heyetine) Suriye’de beraber ittifak yapalım, dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. Duvar neden örülüyor; (Rojava sınırında örülen duvar) çılgın mısınız? Tel örgüler neden örülüyor? Mayınlar niye döşeniyor? Çılgın mısınız? Tek istekleri Kürtlerin orada güç olmaması. Ama Kürtler orada olmasa faşist bir rejim oluşur. Nasıl bir çılgınlıktır bu? Sen oraya tel örgü dikmek yerine sınırları kaldırmalısın. Var olanları sökmelisin. El Nusra vb. çeteleri destekleyeceğine niye bunları görmüyorlar? Davutoğlu’nun çevresinde karışık insanlar var. Suriye’de Kürtler olmazsa süper faşist bir güç oluşur."
HDP Heyeti de, Ankara ve İmralı’da yaptığı görüşmelerde Rojava konusunu sürekli gündeme getirir ve bu konudaki gelişmeleri Öcalan’a aktarır. Nitekim 12 Aralık 2013’te HDP Heyeti Ankara’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile bir görüşme gerçekleştirir. Bu görüşmede ele alınan bir konu da, yine Suriye-Rojava. 11 Ocak 2014’te İmralı’ya giden Heyet, görüşmenin içeriğini Öcalan’a aktarır...
İdris Baluken: Rojava konusunda olması gerekenleri tartıştık. Türkiye’nin Suriye ve Rojava politikasının çöktüğünü ifade ettik. Çetelere verilen desteğin kesilmesi ve sınır kapılarının açılması, sınır duvarları ve mayınların kaldırılması, PYD’ye düşmanlık yaklaşımından vazgeçilmesi gerektiğini ifade ettik.
Öcalan: Evet. Bu konular önemlidir. Bu konuda neler söyledi? Dışişlerinin politikalarına nasıl yaklaştı?
Baluken: Bizim görüşmeden edindiğimiz izlenime göre dış politikanın başarısızlığını onlar da kabul ediyor. Rojava konusunda dışişlerinden farklı düşündüklerini ifade etti. PYD’nin yaklaşımının yanlış olduğunu söyledi.
Aynı görüşmenin ilerleyen bölümlerinde, Rojava savunma güçlerinin çete saldırılarına karşı elde ettikleri başarılar Öcalan’a aktarılır. Öcalan, "Kutluyorum. Selamlarımı iletin. Akçakale’nin karşısındaki (Tel Abyad’ın IŞİD’in eline geçmesi) çatışmayı da anlamak istiyorum. Niçin orada YPG’nin dışında gelişiyor? Gözükmüyorlar mı, yoklar mı, anlamak istiyorum" diyor ve bir sonraki görüşme için bu konuda bilgi istiyor.
Bu görüşmeden sonra 8 Şubat 2014’te yapılan bir görüşmede HDP Heyeti, Kandil’in Rojava konusunda AKP politikasına yönelik eleştiri ve kaygılarını Öcalan’a aktarır.
HDP Heyeti adına söz alan Baluken ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
İdris Baluken: Hakan Fidan’la görüşmemizde Rojava konusunda, KCK’nin stratejisini tekrar gözden geçirmesini istediğini özellikle aktardı.
Öcalan: (Sinirlendi) Nasıl yani, ne diyor?
İdris Baluken: PYD’nin Esad’la birlikte hareket ettiğini, muhalefet içinde yer almadığını düşünüyorlar.
Öcalan: (Sinirlenerek) Yalan söylüyorlar. Rojava’da bir sonuç alacaksa benimle görüşme yapacaklar. Ben oraya yirmi yılımı verdim. Kimse oraları benim kadar bilemez. Esad da beni ailece tanır. Esad’la işbirliği yapan asıl onlardı.
Konuşturmasınlar beni! Önce Esad 'süper kardeş'ti. Öpüşmeler, sarılmalar, eşler düzeyinde ziyaretler falan. Sonra Esad düşman oldu. Küstahlıktır bu! Karar alamıyorlar. Ben dört yıl önce Emre Taner’e önerilerimi sundum. En uygun önerileri sundum. Çok büyük yanlış karar verdiler. Saygılı olup karar versinler. Öyle kandırmaya çalışmasınlar.
Bu görüşmenin gerçekleştirilmesinden sonra HDP Heyeti Ahmet Davutoğlu ile bir görüşme yaparak Suriye ve Rojava konusunda Öcalan ile görüşmeleri gerektiğini aktarır. Bu bilgi Öcalan’a 9 Mart 2014’te aktarılır. Öcalan, bu meselelerin Davutoğlu’nu aştığını ve kendisinin de bunun farkında olduğunu söyleyerek konuyu kapatır.
Nihayetinde İmralı’da devam eden görüşmeler karşılıklı olarak bu tür diyaloglarla devam eder. Bu süreç zarfında PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim’in Türkiye’ye gelişi, Kobanê saldırısı, Cenevre görüşmeleri, Barzani’nin Rojava politikası defalarca değerlendirme konusu olur.
İmralı sürecinin en önemli görüşmesi 27 Şubat 2015 tarihinde gerçekleşir. Bu görüşmede zaten bir sonraki gün açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı hazırlanır.
Görüşmede, HDP Heyeti, hükümet ve Erdoğan ile yaptıkları görüşmeleri referans göstererek, "Tayyip Bey’in ‘Rojava benim kırmızıçizgimdir’ tutumunda bir değişiklik göstermediği" Öcalan’a aktarılır.
Bunun üzerine, Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu, araya girerek şöyle bir açıklamada bulunur:
KGM: Salih Müslim ile görüşüldü. İstedikleri önemli hususlar oldu. Cezire ile Afrin arasında bir koridor açılmasına katkıda bulunmamız ve kolaylaştırmamız istendi ve lojistik ihtiyaçların giderilmesine dair talepler görüşüldü. En önemlisi, irtibat noktası tesisi, yani temsilcilik. Kobanê ile Cezire arası koridor, Şenyurt-Dirbesiye kapısının açılması, STK’lara kolaylık göstermek, yüz jeneratör ve şartları değiştirecek geniş boyutlu ihtiyaçlar konuşuldu.
Öcalan bu cevaba gülerek, "Suriye ile ilgili olayın bütününe bakın isterseniz. Bu konu açıldığı için bitirelim ve diğer önemli gündemimize geçelim" diye bir yanıt verir.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın görüşüldüğü süreçte (Şubat 2015) Şah Süleyman Türbesi'nin aktarılması için Öcalan ile görüşüldü. Öcalan, PYD’ye mesaj göndererek bu konuda yardımcı olmalarını istedi. Sırrı Süreyya Önder ‘İmralı Heyeti’ adına türbenin taşınması konusunda taraflar arasındaki görüşmeleri sağladı. Türk devleti adına bir heyet Kobanê’ye giderek YPG ile operasyonu planladı. Ve türbe taşındı. Öcalan Newroz 2015 mesajında bu operasyonu ‘Aşme ruhu’ olarak ifade etti. Öcalan, görüşmelerin başından itibaren Suriye’de ittifak ve demokratik çözüm çabasını bu cümleyle formüle etmiş oldu.
Erdoğan'ın Sırrı Süreyya Önder'e Suriye'de Kürt bölgesine izin vermeyeceklerini söylediği, onun dışında her şeyde Öcalan'la anlaştığını söylediği ileri sürülüyor. Öcalan'ın da benzer şekilde kırmızı çizgisini açıkladığı ifade ediliyor.
Öcalan'ın HDP Heyeti ile yaptığı görüşme notlarından bir bölümü yayınlandı. ANF'nin haberine göre, Haziran Direnişi sonrası HDP'nin İmralı Heyeti'nden çıkarılan Sırrı Süreyya Önder'in heyette olması için Abdullah Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüştü. Bunun üzerine HDP heyeti dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüşerek durumu değerlendirdi. Bu görüşmeden sonra Ekim 2013’te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Önder’i davet ederek bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme üç saat sürdü ve Erdoğan’ın yanında sadece Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bulunuyordu. Bu görüşmede, 25-30 dakika 'Gezi' konuşuldu. Görüşmeden sonra Önder’in tekrar heyete dahil olması kabul edildi.
ANF'de yer alan notlar şöyle:
Mezopotamya Yayınları tarafından kitaplaştırılan ‘İmralı Notları’nda, Önder, bu görüşmenin detaylarını Öcalan’a aktarır.
Buna göre; 9 Kasım 2013’te İmralı’ya giden BDP heyeti içerisinde yer alan Önder ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
Önder: Ben Başbakan'a dedim ki, "Şimdi ben heyete girersem Kandil’e de gideceğim. Siz süreç hakkında ne düşünüyorsunuz, neleri yapmayı planlıyorsunuz" diye sordum. O da bana "Cemil’e (Bayık) söyle, bana meydan okuyup durmasın" dedi.
Öcalan: (Gülerek) Türk işi kabadayılık! Cemil’i ben uyaracağım, Başbakanı da siz uyarın. Bu işler bu üslupla olmaz.
Önder: Başbakan devam etti: "Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızıçizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim" dedi.
Öcalan: (Sinirlenerek) Sen de ona söyle: Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızıçizgimizdir!
Aynı görüşmenin devamında Suriye ve Rojava konusu tekrar gündeme gelir. AKP’nin Rojava politikasını eleştiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunur:
"Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da, (devlet heyetine) Suriye’de beraber ittifak yapalım, dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. Duvar neden örülüyor; (Rojava sınırında örülen duvar) çılgın mısınız? Tel örgüler neden örülüyor? Mayınlar niye döşeniyor? Çılgın mısınız? Tek istekleri Kürtlerin orada güç olmaması. Ama Kürtler orada olmasa faşist bir rejim oluşur. Nasıl bir çılgınlıktır bu? Sen oraya tel örgü dikmek yerine sınırları kaldırmalısın. Var olanları sökmelisin. El Nusra vb. çeteleri destekleyeceğine niye bunları görmüyorlar? Davutoğlu’nun çevresinde karışık insanlar var. Suriye’de Kürtler olmazsa süper faşist bir güç oluşur."
HDP Heyeti de, Ankara ve İmralı’da yaptığı görüşmelerde Rojava konusunu sürekli gündeme getirir ve bu konudaki gelişmeleri Öcalan’a aktarır. Nitekim 12 Aralık 2013’te HDP Heyeti Ankara’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile bir görüşme gerçekleştirir. Bu görüşmede ele alınan bir konu da, yine Suriye-Rojava. 11 Ocak 2014’te İmralı’ya giden Heyet, görüşmenin içeriğini Öcalan’a aktarır...
İdris Baluken: Rojava konusunda olması gerekenleri tartıştık. Türkiye’nin Suriye ve Rojava politikasının çöktüğünü ifade ettik. Çetelere verilen desteğin kesilmesi ve sınır kapılarının açılması, sınır duvarları ve mayınların kaldırılması, PYD’ye düşmanlık yaklaşımından vazgeçilmesi gerektiğini ifade ettik.
Öcalan: Evet. Bu konular önemlidir. Bu konuda neler söyledi? Dışişlerinin politikalarına nasıl yaklaştı?
Baluken: Bizim görüşmeden edindiğimiz izlenime göre dış politikanın başarısızlığını onlar da kabul ediyor. Rojava konusunda dışişlerinden farklı düşündüklerini ifade etti. PYD’nin yaklaşımının yanlış olduğunu söyledi.
Aynı görüşmenin ilerleyen bölümlerinde, Rojava savunma güçlerinin çete saldırılarına karşı elde ettikleri başarılar Öcalan’a aktarılır. Öcalan, "Kutluyorum. Selamlarımı iletin. Akçakale’nin karşısındaki (Tel Abyad’ın IŞİD’in eline geçmesi) çatışmayı da anlamak istiyorum. Niçin orada YPG’nin dışında gelişiyor? Gözükmüyorlar mı, yoklar mı, anlamak istiyorum" diyor ve bir sonraki görüşme için bu konuda bilgi istiyor.
Bu görüşmeden sonra 8 Şubat 2014’te yapılan bir görüşmede HDP Heyeti, Kandil’in Rojava konusunda AKP politikasına yönelik eleştiri ve kaygılarını Öcalan’a aktarır.
HDP Heyeti adına söz alan Baluken ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
İdris Baluken: Hakan Fidan’la görüşmemizde Rojava konusunda, KCK’nin stratejisini tekrar gözden geçirmesini istediğini özellikle aktardı.
Öcalan: (Sinirlendi) Nasıl yani, ne diyor?
İdris Baluken: PYD’nin Esad’la birlikte hareket ettiğini, muhalefet içinde yer almadığını düşünüyorlar.
Öcalan: (Sinirlenerek) Yalan söylüyorlar. Rojava’da bir sonuç alacaksa benimle görüşme yapacaklar. Ben oraya yirmi yılımı verdim. Kimse oraları benim kadar bilemez. Esad da beni ailece tanır. Esad’la işbirliği yapan asıl onlardı.
Konuşturmasınlar beni! Önce Esad 'süper kardeş'ti. Öpüşmeler, sarılmalar, eşler düzeyinde ziyaretler falan. Sonra Esad düşman oldu. Küstahlıktır bu! Karar alamıyorlar. Ben dört yıl önce Emre Taner’e önerilerimi sundum. En uygun önerileri sundum. Çok büyük yanlış karar verdiler. Saygılı olup karar versinler. Öyle kandırmaya çalışmasınlar.
Bu görüşmenin gerçekleştirilmesinden sonra HDP Heyeti Ahmet Davutoğlu ile bir görüşme yaparak Suriye ve Rojava konusunda Öcalan ile görüşmeleri gerektiğini aktarır. Bu bilgi Öcalan’a 9 Mart 2014’te aktarılır. Öcalan, bu meselelerin Davutoğlu’nu aştığını ve kendisinin de bunun farkında olduğunu söyleyerek konuyu kapatır.
Nihayetinde İmralı’da devam eden görüşmeler karşılıklı olarak bu tür diyaloglarla devam eder. Bu süreç zarfında PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim’in Türkiye’ye gelişi, Kobanê saldırısı, Cenevre görüşmeleri, Barzani’nin Rojava politikası defalarca değerlendirme konusu olur.
İmralı sürecinin en önemli görüşmesi 27 Şubat 2015 tarihinde gerçekleşir. Bu görüşmede zaten bir sonraki gün açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı hazırlanır.
Görüşmede, HDP Heyeti, hükümet ve Erdoğan ile yaptıkları görüşmeleri referans göstererek, "Tayyip Bey’in ‘Rojava benim kırmızıçizgimdir’ tutumunda bir değişiklik göstermediği" Öcalan’a aktarılır.
Bunun üzerine, Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu, araya girerek şöyle bir açıklamada bulunur:
KGM: Salih Müslim ile görüşüldü. İstedikleri önemli hususlar oldu. Cezire ile Afrin arasında bir koridor açılmasına katkıda bulunmamız ve kolaylaştırmamız istendi ve lojistik ihtiyaçların giderilmesine dair talepler görüşüldü. En önemlisi, irtibat noktası tesisi, yani temsilcilik. Kobanê ile Cezire arası koridor, Şenyurt-Dirbesiye kapısının açılması, STK’lara kolaylık göstermek, yüz jeneratör ve şartları değiştirecek geniş boyutlu ihtiyaçlar konuşuldu.
Öcalan bu cevaba gülerek, "Suriye ile ilgili olayın bütününe bakın isterseniz. Bu konu açıldığı için bitirelim ve diğer önemli gündemimize geçelim" diye bir yanıt verir.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın görüşüldüğü süreçte (Şubat 2015) Şah Süleyman Türbesi'nin aktarılması için Öcalan ile görüşüldü. Öcalan, PYD’ye mesaj göndererek bu konuda yardımcı olmalarını istedi. Sırrı Süreyya Önder ‘İmralı Heyeti’ adına türbenin taşınması konusunda taraflar arasındaki görüşmeleri sağladı. Türk devleti adına bir heyet Kobanê’ye giderek YPG ile operasyonu planladı. Ve türbe taşındı. Öcalan Newroz 2015 mesajında bu operasyonu ‘Aşme ruhu’ olarak ifade etti. Öcalan, görüşmelerin başından itibaren Suriye’de ittifak ve demokratik çözüm çabasını bu cümleyle formüle etmiş oldu.
Karayılan’dan operasyon açıklaması: Bu vahşetin hesabı Erdoğan’dan sorulacaktır
Abluka altındaki bölgelerde yaşanan vahşetin sorumlusunun 'gericilerin' Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olduğunu söyleyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “Gün namus, şeref ve harekete geçme günüdür. Bu bizim için de geçerlidir. Erdoğan’dan katliamın hesabı sorulacaktır” dedi.
Karayılan, seçimden sonra adım atılmazsa çözüm sürecinin biteceği uyarsında bulundu.
ANF’nin aktardığına göre PKK’ye yakınlığıyla bilinen Radyo Denge Kürdistan’a bir mülakat veren ve kamuoyunun Cizre’deki vahşete karşı sessiz kaldığını eleştiren Karayılan şunları söyledi: “Bunda biz de sorumluluk duyuyoruz. Devlet tüm imkan ve tekniğiyle birlikte, profesyonel tüm savaş kadrosunu kullanıyor. Jandarma Özel Harekat, Polis Özel Harekat, SAS komandosu, son olarak Bordo Bereli, bilmem ne bereli, yani neyi varsa kullanıyor. Sahip olduğu tüm silahları da kullanıyor. Erdoğan şahsında Türkiye Cumhuriyeti, AKP rejimi yenilmiştir. Bakınız iki, üç şehir devleti durdurmuştur. Eğer 20 şehir bunu yaparsa sonuç ne olacak? Herkes şimdiden ders çıkarmalı. AKP kendisini bataklıktan kurtarmak için her şeyi yapıyor.”
‘Böylesine bir tahribat daha önce yaşanmamıştı’
Güvenlik güçlerinin cenaze ve yaralıların alınmasına müsaade etmemesine değinen Karayılan, bu tutumdan sonra Kürt halkıyla birlikte nasıl yaşayacaklarını sorarak şöyle konuştu: “Yapılanlar, Türkiye’nin birliğini tehdit ediyor. Erdoğan bu pratiğiyle uçuruma yol açıyor. Ortaya çıkacak sonuçtan da kendisi sorumlu olacaktır. Hesap Erdoğan’dan sorulacaktır. O kadar çocuk, kadın, annelerimizi şehit düşürdüler. Bu hesap acaba yer de mi kalacak, sorulmayacak mı? Vallahi yerde kalmayacak, tüm bunların hesabı kendilerinden sorulacaktır. Bu kadar senedir bizimle Türk devleti arasında savaş yürütülüyor, ama son iki üç ayda olan kadar tahribat yaşanmamıştı. Türk devleti şu an büyük bir tahribata yol açıyor, halkımızı tümden karşısına alıyor. Cizre’de meydana gelen olay, bu devletin sivillere karşı savaştığının kanıtıdır. Cenazeleri sebze arabasının üzerine alarak kaldıran sivilleri taradılar.”
Karayılan, seçimden sonra adım atılmazsa çözüm sürecinin biteceği uyarsında bulundu.
ANF’nin aktardığına göre PKK’ye yakınlığıyla bilinen Radyo Denge Kürdistan’a bir mülakat veren ve kamuoyunun Cizre’deki vahşete karşı sessiz kaldığını eleştiren Karayılan şunları söyledi: “Bunda biz de sorumluluk duyuyoruz. Devlet tüm imkan ve tekniğiyle birlikte, profesyonel tüm savaş kadrosunu kullanıyor. Jandarma Özel Harekat, Polis Özel Harekat, SAS komandosu, son olarak Bordo Bereli, bilmem ne bereli, yani neyi varsa kullanıyor. Sahip olduğu tüm silahları da kullanıyor. Erdoğan şahsında Türkiye Cumhuriyeti, AKP rejimi yenilmiştir. Bakınız iki, üç şehir devleti durdurmuştur. Eğer 20 şehir bunu yaparsa sonuç ne olacak? Herkes şimdiden ders çıkarmalı. AKP kendisini bataklıktan kurtarmak için her şeyi yapıyor.”
‘Böylesine bir tahribat daha önce yaşanmamıştı’
Güvenlik güçlerinin cenaze ve yaralıların alınmasına müsaade etmemesine değinen Karayılan, bu tutumdan sonra Kürt halkıyla birlikte nasıl yaşayacaklarını sorarak şöyle konuştu: “Yapılanlar, Türkiye’nin birliğini tehdit ediyor. Erdoğan bu pratiğiyle uçuruma yol açıyor. Ortaya çıkacak sonuçtan da kendisi sorumlu olacaktır. Hesap Erdoğan’dan sorulacaktır. O kadar çocuk, kadın, annelerimizi şehit düşürdüler. Bu hesap acaba yer de mi kalacak, sorulmayacak mı? Vallahi yerde kalmayacak, tüm bunların hesabı kendilerinden sorulacaktır. Bu kadar senedir bizimle Türk devleti arasında savaş yürütülüyor, ama son iki üç ayda olan kadar tahribat yaşanmamıştı. Türk devleti şu an büyük bir tahribata yol açıyor, halkımızı tümden karşısına alıyor. Cizre’de meydana gelen olay, bu devletin sivillere karşı savaştığının kanıtıdır. Cenazeleri sebze arabasının üzerine alarak kaldıran sivilleri taradılar.”
‘Cadı avı’ tam gaz devam: Görevinden uzaklaştırılan akademisyen sayısı 29 oldu
‘Barış için Akademisyenler’ adıyla ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bir bildiri yayınlayarak operasyonların sürdüğü illerdeki ablukanın son bulmasını talep eden akademisyenlerden 29’u görevlerinden uzaklaştırıldı.
Bildirinin yayınlanmasından sonra Türkiye’nin dört bir yanında soruşturmalara maruz kalan akademisyenler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hedefi haline gelmişti.
Son olarak Başkent Üniversitesi’nden siyaset bilimi öğretim öyesi Doç. Dr. Şebnem Oğuz’la birlikte görevden uzaklaştırılan akademisyenlerin sayısı 29 oldu.
Hürriyet’in derlemesine göre görevden uzaklaştırılan akademisyen sayısı ve bünyesinde bulunan üniversiteler şöyle:
Düzce Üniversitesi – 1
Giresun Üniversitesi – 2
İstanbul Ticaret Üniversitesi -1
Başkent Üniversitesi – 1
İstanbul Arel Üniversitesi – 9
Uludağ Üniversitesi – 3
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi – 9
29 Mayıs Üniversitesi – 2
Bartın Üniversitesi – 1
Bildirinin yayınlanmasından sonra Türkiye’nin dört bir yanında soruşturmalara maruz kalan akademisyenler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hedefi haline gelmişti.
Son olarak Başkent Üniversitesi’nden siyaset bilimi öğretim öyesi Doç. Dr. Şebnem Oğuz’la birlikte görevden uzaklaştırılan akademisyenlerin sayısı 29 oldu.
Hürriyet’in derlemesine göre görevden uzaklaştırılan akademisyen sayısı ve bünyesinde bulunan üniversiteler şöyle:
Düzce Üniversitesi – 1
Giresun Üniversitesi – 2
İstanbul Ticaret Üniversitesi -1
Başkent Üniversitesi – 1
İstanbul Arel Üniversitesi – 9
Uludağ Üniversitesi – 3
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi – 9
29 Mayıs Üniversitesi – 2
Bartın Üniversitesi – 1
HPG'den Diyarbakır’daki okulda gerçekleşen patlamayla ilgili açıklama: “Türk istihbarat güçlerinin eylemidir”
HPG’nin açıklamasında şöyle denildi: “Olayla ilgili olarak tarafımızdan çok yönlü bir araştırma ve inceleme yapılmıştır. Ulaştığımız sonuç, bu olayı psikolojik savaş çerçevesinde Türk istihbarat güçlerinin yaptığıdır. Kesinlikle bu olayla ne PKK’nin ne de PKK’nin herhangi bir bileşeninin ilgisi yoktur.”
PKK daha önce Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde aralarında çoçukların da bulunduğu beş sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı yine HPG aracılığıyla üstlenmiş, ancak HDP’nin çağrısına rağmen özür dilememiş, üzüntü bildirmekle yetinmişti.
‘Haraketimiz sivilleri hedef almamaktadır’
Okul bahçesindeki patlamanın, ‘abluka’ altındaki kentlerde yaşanan çocuk ölümlerine karşı çıkan vicdanlı akademisyenlerle de ilişkisi olduğuna dikkati çeken HPG şöyle devam etti: “Son altı ayda onlarca Kürdistanlı çocuğu öldüren Türk devletine karşı vicdanlı akademisyenlerin bildirileri, uluslararası güçlerin bir takım açıklamaları, AKP rejiminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya başlamıştır. Özellikle de bu konuda gündemin çok canlı olduğu ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Türkiye’ye geldiği bir günde Amed’de çocuklara dönük bomba atmanın çok manidar olduğu açıktır. Saray çeteleri bu tür saldırıları yapıyor, Saray gazeteleri de, ‘PKK çocuk öldürüyor’ manşetini atıyor. Bu vahşi olayı gerçekleştirenlerin en az beş altı çocuğu öldürmeyi hedefledikleri ve ‘PKK çocuk öldürüyor’ demenin malzemesini elde etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Hareketimiz hiçbir zaman sivilleri hedeflememiştir ve asla hedeflemeyecektir.”
PKK daha önce Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde aralarında çoçukların da bulunduğu beş sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı yine HPG aracılığıyla üstlenmiş, ancak HDP’nin çağrısına rağmen özür dilememiş, üzüntü bildirmekle yetinmişti.
‘Haraketimiz sivilleri hedef almamaktadır’
Okul bahçesindeki patlamanın, ‘abluka’ altındaki kentlerde yaşanan çocuk ölümlerine karşı çıkan vicdanlı akademisyenlerle de ilişkisi olduğuna dikkati çeken HPG şöyle devam etti: “Son altı ayda onlarca Kürdistanlı çocuğu öldüren Türk devletine karşı vicdanlı akademisyenlerin bildirileri, uluslararası güçlerin bir takım açıklamaları, AKP rejiminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya başlamıştır. Özellikle de bu konuda gündemin çok canlı olduğu ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Türkiye’ye geldiği bir günde Amed’de çocuklara dönük bomba atmanın çok manidar olduğu açıktır. Saray çeteleri bu tür saldırıları yapıyor, Saray gazeteleri de, ‘PKK çocuk öldürüyor’ manşetini atıyor. Bu vahşi olayı gerçekleştirenlerin en az beş altı çocuğu öldürmeyi hedefledikleri ve ‘PKK çocuk öldürüyor’ demenin malzemesini elde etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Hareketimiz hiçbir zaman sivilleri hedeflememiştir ve asla hedeflemeyecektir.”
22 Ocak 2016 Cuma
Ali İsmail’i öldüren polisin avukatı: ‘Emri ben verdim’ diyenler de yargılanmalı
Gezi eyleminde Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne neden olan son tekmeyi atan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı emir alanların cezalandırılmasına karşı çıktı.
Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre; Eskişehir’de düzenlenen Gezi eyleminde dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının temyiz duruşması Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapıldı. Ali İsmail Kormaz’a son tekmeyi atarak ölümüne neden olmaktan 10 yıl 10 ay hapis cezası alan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “emri ben verdim” dediğine dikkati çekerek “Ama ne hikmetse görevi verenler değil sadece görevi alanlar, müvekkil konu mankeni olarak bu suçu işlediği yönünde algı oluşturulmuştur. Yargılamanın selameti açısından eğer yargılama olacaksa bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir” dedi.
Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin geçen yıl 21 Ocak’ta karar verdiği Ali İsmail Kormaz davasının temyiz duruşması tam 1 yıl sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde dün görüldü. Sanık polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan savunmasını olaya ilişkin görüntülerdeki kişinin Ali İsmail Korkmaz olmadığı, Korkmaz’ın kullandığı kalp ilaçları nedeniyle beyin kanaması geçirdiği, hastane enfeksiyonu nedeniyle yaşamını yitirdiği tezi üzerinde kurdu.
Saldoğan’ın amirlerinin emriyle çalıştığını savunan Karayılan, “Bizzat dönemin Başbakanı talimatı ben verdim demiştir. İçişleri Bakanı ve Vali de emri ben verdim dedi. Bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir” dedi. Sanık Yalçın Akbulut’un avukatı Selim Karakoyun, görüntülerdeki kişinin Ali İsmail olmadığını iddia etti. Başkan, “Kim olduğunu ortaya çıkarabilir misiniz” diye sordu. Karakoyun, bir resmi gösterip tekmenin geldiği yönde Ali İsmail’in yüzünde iz olmadığını söylemesi üzerine Şahap Korkmaz, “Allah’tan korkun” dedi. Duruşma 4 Şubat’a erteledi.
Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre; Eskişehir’de düzenlenen Gezi eyleminde dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının temyiz duruşması Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapıldı. Ali İsmail Kormaz’a son tekmeyi atarak ölümüne neden olmaktan 10 yıl 10 ay hapis cezası alan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “emri ben verdim” dediğine dikkati çekerek “Ama ne hikmetse görevi verenler değil sadece görevi alanlar, müvekkil konu mankeni olarak bu suçu işlediği yönünde algı oluşturulmuştur. Yargılamanın selameti açısından eğer yargılama olacaksa bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir” dedi.
Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin geçen yıl 21 Ocak’ta karar verdiği Ali İsmail Kormaz davasının temyiz duruşması tam 1 yıl sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde dün görüldü. Sanık polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan savunmasını olaya ilişkin görüntülerdeki kişinin Ali İsmail Korkmaz olmadığı, Korkmaz’ın kullandığı kalp ilaçları nedeniyle beyin kanaması geçirdiği, hastane enfeksiyonu nedeniyle yaşamını yitirdiği tezi üzerinde kurdu.
Saldoğan’ın amirlerinin emriyle çalıştığını savunan Karayılan, “Bizzat dönemin Başbakanı talimatı ben verdim demiştir. İçişleri Bakanı ve Vali de emri ben verdim dedi. Bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir” dedi. Sanık Yalçın Akbulut’un avukatı Selim Karakoyun, görüntülerdeki kişinin Ali İsmail olmadığını iddia etti. Başkan, “Kim olduğunu ortaya çıkarabilir misiniz” diye sordu. Karakoyun, bir resmi gösterip tekmenin geldiği yönde Ali İsmail’in yüzünde iz olmadığını söylemesi üzerine Şahap Korkmaz, “Allah’tan korkun” dedi. Duruşma 4 Şubat’a erteledi.
Alman sanatçılardan Merkel’e çağrı: Türkiye’ye sessiz kalma
Almanya’da aralarında yönetmen Fatih Akın ve oyuncu Sibel Kekilli’nin de olduğu sanatçı ve yazarlar bir imza kampanyası başlatarak Başbakan Angela Merkel’e Türkiye’deki hak ihlallerini Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla yapacağı görüşmelerde gündeme getirme çağrısı yaptı.
Merkel’e hitaben yazılan bildiride Türkiye’deki çatışmalarda ölen sivillere, tutuklu gazetecilere, gözaltına alınan akademisyenlere değinildi.
Die Zeit’ın haberine göre sanatçı ve yazarlar Merkel’den Davutoğlu’yla yapacağı görüşmelerde demokrasi, hukuk devleti ve çoğulculuk konularını gündeme getirmesini istedi.
Kampanyanın çağrıcıları arasında yer alan bazı isimler şöyle:
Shermin Langhoff (Maxim Gorki Tiyatrosu Yönetmeni)
Fatih Akın (Yapımcı ve Yönetmen)
Benno Fürmann (Oyuncu)
Katja Riemann (Oyuncu)
Sibel Kekilli (Oyuncu)
Navid Kermani (Yazar ve İslam bilimci)
Philipp Ruch (Performans sanatçısı)
Merkel’e hitaben yazılan bildiride Türkiye’deki çatışmalarda ölen sivillere, tutuklu gazetecilere, gözaltına alınan akademisyenlere değinildi.
Die Zeit’ın haberine göre sanatçı ve yazarlar Merkel’den Davutoğlu’yla yapacağı görüşmelerde demokrasi, hukuk devleti ve çoğulculuk konularını gündeme getirmesini istedi.
Kampanyanın çağrıcıları arasında yer alan bazı isimler şöyle:
Shermin Langhoff (Maxim Gorki Tiyatrosu Yönetmeni)
Fatih Akın (Yapımcı ve Yönetmen)
Benno Fürmann (Oyuncu)
Katja Riemann (Oyuncu)
Sibel Kekilli (Oyuncu)
Navid Kermani (Yazar ve İslam bilimci)
Philipp Ruch (Performans sanatçısı)
Uluslararası akademi örgütlerinden Erdoğan’a mektup: Baskılara son verilsin
Gericilerin şefi Tayyip Erdoğan’a mektup yazan 20 uluslararası akademi örgütü, Türkiye’nin dört bir yanında soruşturma ve uzaklaştırmalarla karşılaşan ‘Barış İçin Akademisyenler’e yönelik baskıların son bulmasını istedi.
Bianet’te yer alan habere göre, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzaladıkları için 1128 akademisyen ‘terör propagandası’, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ ve ‘Türk devletini aşağılama’ suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını öğrendiklerini belirten 20 örgüt, Erdoğan’dan konuya dair bilgi talep etti.
Akademisyenlere yönelik geniş çapta bir misilleme gerçekleştirildiği kaydedilen mektupta, bu baskıların sadece akademisyenleri değil aynı zamanda Türkiye’deki akademik ortamı da etkileyeceğinin altı çizildi.
Mektupta, zararın daha da büyümemesi için Türkiye’ye beş başlıkla şu çağrı yapıldı:
* Türkiye’nin ifade ve akademi özgürlüğü değerlerine bağlı olduğu yeniden teyit edilsin.
* Baskı uygulanan akademisyenlerin ifade ve akademik hürriyetleri garanti altına alınsın.
* Akademisyenlere yönelik soruşturmalara takipsizlik verilsin, inceleme ve cezalar düşürülsün.
* Açığa alınan, işini kaybeden ya da istifa etmek zorunda kalan akademisyenler işlerine iade edilsin.
* Tüm bu adımlara hayata geçirilene kadar geçen sürede, soruşturmaya uğrayan ya da açığa alınan akademisyenlerin adil yargılama hakkı, akademik ve ifade özgürlükleri garanti altına alınsın, aileleri ve kendilerine yönelik saldırılar önlensin.
Metni imzalayan örgütler şöyle:
* Academic Cooperation Association
* German Rectors’ Conference
* American Political Science Association
* International Council for Science’s Committee on Freedom and Responsibility in the conduct of Science
* Magna Charta Observatory
* Association of International Education Administrators
* Mexican Association of International Education
* Canadian Association of University Teachers
* Middle East Studies Association
* Committee of Concerned Scientists
* National Tertiary Education Union, Australia
* Conference of Rectors of Academic Schools in Poland
* Norwegian Students’ and Academics’ International Assistance Fund
* Royal Netherlands Academy of Arts and Sciences
* European Association for International Education
* Scholars at Risk Network
* Scholars at Risk Norway Section
* European University Association
* The New Zealand Tertiary Education Union Te Hautu Kahurangi o Aotearoa Incorporated
* Foundation for Refugee Students
Mektup, Erdoğan’ın yanı sıra aşağıdaki şu isimlere de gönderildi:
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, YÖK Başkanı Yekta Saraç, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Yaşar Halit Çevik, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk Direktörü Philippe Boillat, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Samantha Power, ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el-Hüseyin, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, BM Eğitim Hakkı Özel Rapotörü Kishore Singh, Kanada Dışişleri Bakanı Stephane Dion, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve Türkiye Ottawa Büyükelçisi Selçuk Ünal.
Bianet’te yer alan habere göre, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzaladıkları için 1128 akademisyen ‘terör propagandası’, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ ve ‘Türk devletini aşağılama’ suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını öğrendiklerini belirten 20 örgüt, Erdoğan’dan konuya dair bilgi talep etti.
Akademisyenlere yönelik geniş çapta bir misilleme gerçekleştirildiği kaydedilen mektupta, bu baskıların sadece akademisyenleri değil aynı zamanda Türkiye’deki akademik ortamı da etkileyeceğinin altı çizildi.
Mektupta, zararın daha da büyümemesi için Türkiye’ye beş başlıkla şu çağrı yapıldı:
* Türkiye’nin ifade ve akademi özgürlüğü değerlerine bağlı olduğu yeniden teyit edilsin.
* Baskı uygulanan akademisyenlerin ifade ve akademik hürriyetleri garanti altına alınsın.
* Akademisyenlere yönelik soruşturmalara takipsizlik verilsin, inceleme ve cezalar düşürülsün.
* Açığa alınan, işini kaybeden ya da istifa etmek zorunda kalan akademisyenler işlerine iade edilsin.
* Tüm bu adımlara hayata geçirilene kadar geçen sürede, soruşturmaya uğrayan ya da açığa alınan akademisyenlerin adil yargılama hakkı, akademik ve ifade özgürlükleri garanti altına alınsın, aileleri ve kendilerine yönelik saldırılar önlensin.
Metni imzalayan örgütler şöyle:
* Academic Cooperation Association
* German Rectors’ Conference
* American Political Science Association
* International Council for Science’s Committee on Freedom and Responsibility in the conduct of Science
* Magna Charta Observatory
* Association of International Education Administrators
* Mexican Association of International Education
* Canadian Association of University Teachers
* Middle East Studies Association
* Committee of Concerned Scientists
* National Tertiary Education Union, Australia
* Conference of Rectors of Academic Schools in Poland
* Norwegian Students’ and Academics’ International Assistance Fund
* Royal Netherlands Academy of Arts and Sciences
* European Association for International Education
* Scholars at Risk Network
* Scholars at Risk Norway Section
* European University Association
* The New Zealand Tertiary Education Union Te Hautu Kahurangi o Aotearoa Incorporated
* Foundation for Refugee Students
Mektup, Erdoğan’ın yanı sıra aşağıdaki şu isimlere de gönderildi:
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, YÖK Başkanı Yekta Saraç, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Yaşar Halit Çevik, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk Direktörü Philippe Boillat, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Samantha Power, ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el-Hüseyin, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, BM Eğitim Hakkı Özel Rapotörü Kishore Singh, Kanada Dışişleri Bakanı Stephane Dion, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve Türkiye Ottawa Büyükelçisi Selçuk Ünal.
'Hayata Dönüş' davasında tüm sanıklara beraat!
Davada, 367 sanık adam öldürme suçundan yargılanıyordu.
Ümraniye Cezaevi'ndeki ölüm orucu eylemlerine son vermek amacıyla 2000 yılının Aralık ayında başlatılan ve biri asker 8 kişinin ölümü, birçok kişinin de yaralanmasına neden olan 'Hayata Dönüş Operasyonu' davasında, 15 yıllık yargılama sürecinin ardından karar çıktı. Anadolu Adalet Sarayı 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve o dönem Ümraniye Cezaevi'nde yatan 399 mahkumdan 367’sine 'İsyan, patlayıcı madde bulundurmak ve adam öldürmek' gibi suçlardan sanık olarak yargılandığı davanın 98. duruşmasında, beraat kararı çıktı. 32 sanık ise, yargılama sürecinde hayatını kaybettiği için haklarındaki davalar düştü.
Ne olmuştu?
2000 yılı başında Adalet Bakanlığı’nın emriyle F tipi cezaevleri kuruldu. F tiplerinin hücre olduğunu söyleyen bir grup mahkum önce açlık grevi, ardından da ölüm orucuna başladı. Aydınlar ve hukukçulardan oluşan bir komisyon cezaevlerindeki ölüm oruçlarını sonlandırmak için görüşmeler yaptı. Ancak 19 Aralık 2000 sabahı jandarma birlikleri ülke çapında eylemlerin sürdüğü 20 cezaevine eş zamanlı operasyona girişti.
30 mahkum 2 asker hayatını kaybetti
Operasyonun adı aynı gün “Hayata Dönüş” olarak açıklandı. Operasyonda Bayrampaşa Cezaevi’nde 12, Ümraniye Cezaevi’nde 7, Türkiye toplamında ise 30 mahkûm ve 2 asker hayatını kaybetti. Bayrampaşa Cezaevi’nin C-1 Koğuşu’nda diri diri yanan 6 kadının görüntüleri hafızalara kazındı.
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
167 tutuklu ve hükümlü hakkında açılan dava, Bayrampaşa Cezaevi’nin kapatılmasından bir yıl sonra, 2009’da Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin zaman aşımı kararıyla düşmüştü. Ümraniye Cezaevi’ndeki ölümleri konu alan 399 sanıklı dava ise bugüne kadar sürdü.
Avrupa İnsanlar Hakları Mahkemesi (AİHM) geçen yıl Türkiye’yi mahkum etmişti. AİHM inceleme sonucunda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaşam hakkını garanti altına alan 2. ve işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3. maddelerini ihlal ettiğine karar verdi. Karar gereği Türkiye Songül İnce, Özgül Dede, Gülperi Özen, Aydan Odabaş ve Fatma Güzel adlı davacılara farklı miktarlarda olmak üzere mahkeme masrafları da dahil toplam 54 bin euro tazminat ödeyecek.
Ümraniye Cezaevi'ndeki ölüm orucu eylemlerine son vermek amacıyla 2000 yılının Aralık ayında başlatılan ve biri asker 8 kişinin ölümü, birçok kişinin de yaralanmasına neden olan 'Hayata Dönüş Operasyonu' davasında, 15 yıllık yargılama sürecinin ardından karar çıktı. Anadolu Adalet Sarayı 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve o dönem Ümraniye Cezaevi'nde yatan 399 mahkumdan 367’sine 'İsyan, patlayıcı madde bulundurmak ve adam öldürmek' gibi suçlardan sanık olarak yargılandığı davanın 98. duruşmasında, beraat kararı çıktı. 32 sanık ise, yargılama sürecinde hayatını kaybettiği için haklarındaki davalar düştü.
Ne olmuştu?
2000 yılı başında Adalet Bakanlığı’nın emriyle F tipi cezaevleri kuruldu. F tiplerinin hücre olduğunu söyleyen bir grup mahkum önce açlık grevi, ardından da ölüm orucuna başladı. Aydınlar ve hukukçulardan oluşan bir komisyon cezaevlerindeki ölüm oruçlarını sonlandırmak için görüşmeler yaptı. Ancak 19 Aralık 2000 sabahı jandarma birlikleri ülke çapında eylemlerin sürdüğü 20 cezaevine eş zamanlı operasyona girişti.
30 mahkum 2 asker hayatını kaybetti
Operasyonun adı aynı gün “Hayata Dönüş” olarak açıklandı. Operasyonda Bayrampaşa Cezaevi’nde 12, Ümraniye Cezaevi’nde 7, Türkiye toplamında ise 30 mahkûm ve 2 asker hayatını kaybetti. Bayrampaşa Cezaevi’nin C-1 Koğuşu’nda diri diri yanan 6 kadının görüntüleri hafızalara kazındı.
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
167 tutuklu ve hükümlü hakkında açılan dava, Bayrampaşa Cezaevi’nin kapatılmasından bir yıl sonra, 2009’da Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin zaman aşımı kararıyla düşmüştü. Ümraniye Cezaevi’ndeki ölümleri konu alan 399 sanıklı dava ise bugüne kadar sürdü.
Avrupa İnsanlar Hakları Mahkemesi (AİHM) geçen yıl Türkiye’yi mahkum etmişti. AİHM inceleme sonucunda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaşam hakkını garanti altına alan 2. ve işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3. maddelerini ihlal ettiğine karar verdi. Karar gereği Türkiye Songül İnce, Özgül Dede, Gülperi Özen, Aydan Odabaş ve Fatma Güzel adlı davacılara farklı miktarlarda olmak üzere mahkeme masrafları da dahil toplam 54 bin euro tazminat ödeyecek.
Chomsky: Siz ne derseniz deyin, Erdoğan bir katil
Filozof ve dilbilimci Prof. Dr. Noam Chomsky, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ilişkin "Erdoğan hiç şüphe yok ki Kürtlere saldırıyor, sonu gelmeyen, baskıcı tedbirler uyguluyor. Siz adına ne derseniz deyin… Ben katil derim… Tabii ki bir katil…" dedi.
Kürt illerindeki kuşatma ve katliamların son bulması için akademisyenler tarafından kaleme alınan bildiriye destek veren ve bu nedenle hedef haline gelen Amerikalı ünlü Filozof ve Dilbilimci Noam Chomsky, hakkındaki tartışmalarla ilgili El Cezire'ye konuştu. Chomsky, “Erdoğan hiç şüphe yok ki Kürtlere saldırıyor, sonu gelmeyen, baskıcı tedbirler uyguluyor. Siz adına ne derseniz deyin… Ben katil derim… Tabii ki bir katil… Son derece otoriter bir rejim söz konusu… 1990’ların korkunç politikalarını yeniden oluşturuyor” ifadelerini kullandı.
Chomsky, Erdoğan’ın, Kürdistan'daki sivilleri "terörist" ve "cani" diye nitelediği konusunda ise "Esad da muhaliflerinden bahsederken aynı şeyleri söylüyor” dedi.
Erdoğan’ın davetine bildiriyle yanıt vermişti
Chomsky, Kürdistan'daki kuşatmanın bir an önce son bulmasını talep eden akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” dediği bildiriye de imza atmıştı. Erdoğan ise bu akademisyenleri "aydın müsveddesi" olarak tanımlarken, “Gel Türkiye’ye. Öyle kuru kuruya imza vermekle olmaz. Chomsky gelsin, bu 5’inci kol elemanlarıyla değil kendi gözleriyle görsün” diye konuşmuştu. Chomsky bu davete doğrudan yanıt vermese de Tarık Ali ve Barbara Spinelli’nin de aralarında bulunduğu 100’e yakın isimle birlikte "IŞİD’e yardım ve yataklığa son verin! Kürtleri ezmeyi ve katletmeyi durdurun!" diye yeni bir çağrı yaparak, Erdoğan’ın davetini reddetmiş, ancak HDP'nin çağrısıyla bölgeye gelebileceğini söylemişti.
Kürt illerindeki kuşatma ve katliamların son bulması için akademisyenler tarafından kaleme alınan bildiriye destek veren ve bu nedenle hedef haline gelen Amerikalı ünlü Filozof ve Dilbilimci Noam Chomsky, hakkındaki tartışmalarla ilgili El Cezire'ye konuştu. Chomsky, “Erdoğan hiç şüphe yok ki Kürtlere saldırıyor, sonu gelmeyen, baskıcı tedbirler uyguluyor. Siz adına ne derseniz deyin… Ben katil derim… Tabii ki bir katil… Son derece otoriter bir rejim söz konusu… 1990’ların korkunç politikalarını yeniden oluşturuyor” ifadelerini kullandı.
Chomsky, Erdoğan’ın, Kürdistan'daki sivilleri "terörist" ve "cani" diye nitelediği konusunda ise "Esad da muhaliflerinden bahsederken aynı şeyleri söylüyor” dedi.
Erdoğan’ın davetine bildiriyle yanıt vermişti
Chomsky, Kürdistan'daki kuşatmanın bir an önce son bulmasını talep eden akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” dediği bildiriye de imza atmıştı. Erdoğan ise bu akademisyenleri "aydın müsveddesi" olarak tanımlarken, “Gel Türkiye’ye. Öyle kuru kuruya imza vermekle olmaz. Chomsky gelsin, bu 5’inci kol elemanlarıyla değil kendi gözleriyle görsün” diye konuşmuştu. Chomsky bu davete doğrudan yanıt vermese de Tarık Ali ve Barbara Spinelli’nin de aralarında bulunduğu 100’e yakın isimle birlikte "IŞİD’e yardım ve yataklığa son verin! Kürtleri ezmeyi ve katletmeyi durdurun!" diye yeni bir çağrı yaparak, Erdoğan’ın davetini reddetmiş, ancak HDP'nin çağrısıyla bölgeye gelebileceğini söylemişti.
19 Ocak 2016 Salı
Hrant Dink vurulduğu yerde anıldı: Unutmayacağız, affetmeyeceğiz
Gazeteci Hrant Dink, bundan dokuz yıl önce vurulduğu yerde, Agos gazetesinin İstanbul’un Şişli ilçesindeki eski binası önünde törenle anıldı.
Güvenlik önlemleri artırıldı
Bu yıl geçmiş yıllardan farklı olarak Taksim Meydanı’ndan Agos’un önüne yapılacak yürüyüşe polis izin vermedi. Saat 13:30’da başlaması planlanan yürüyüşe katılmak isteyenler kaldırımlardan dağınık biçimde Agos’un eski binasına ilerledi.
Polis bu yıl üst düzey güvenlik önlemleri de aldı. Osmanbey metro çıkışları önünde üst araması yapan polis, caddeye de barikatlar yerleştirdi. Anma törenine gelenler, barikatlarda üstleri aranarak alana alındı.
Anma törenine katılanlar arasında bu yıl, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır’da vurularak hayatını kaybeden baro başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi ve kızı Nazenin Elçi, Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, CHP’li vekiller Selina Doğan ve Sezgin Tanrıkulu da vardı.
Tahir Elçi unutulmadı
Anma töreni, saat 15:00’da Hrant Dink’in konuşmaları eşliğinde yapılan saygı duruşuyla başladı. Kalabalığın elinde, Hrant Dink ile Tahir Elçi’nin fotoğraflarının olduğu dövizler dikkat çekti.
Törene katılanlar, Tahir Elçi’yi de unutmayarak, ‘Hepimiz Tahir’iz, hepimiz Kürdüz’, ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Tahir’iz’, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Katilleri koruyan cinayete ortaktır’, ‘Katil devlet hesap verecek’ diye slogan attı.
Törende konuşmalar, Cumartesi Anneleri adına, 1995’te cansız bedeni kimsesizler mezarlığında bulunan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak’la başladı.
Ocak şunları söyledi: “Hrant’ımızı sırtından vurarak Halaskargazi Caddesi üzerinde, Tahir’imizi ensesinden vurarak Dört Ayaklı Minare’nin dibinde yüzükoyun düşürenler, onlarla birlikte, hak mücadelemizi de vurmak istediler. Ama onlara sözümüzdür; hakikatin, adaletin ve barışın egemen olması için yürüttükleri mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. ‘Ama’sız, ‘fakat’sız hiçbir ölümü kabullenmeyeceğiz. Israrla silahların susmasını, tüm sorunlarımızın konuşarak çözülmesini isteyeceğiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin tanındığı, korunduğu ve geliştirildiği bir durum olarak gördüğümüz barışta ısrar edeceğiz.”
Ocak’ın ardından Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi sözü aldı. Türkan Elçi, eşinin ağzından bir mektup okudu.
Elçi mektubuna, “Kuşlar uçarken arkalarında hüzünler bırakır. 19 ocak ve 28 kasım, biri kış biri kışa üç kala, kalpten imanla dolu olanlara hüzünler bıraktı. Yitişimiz kış hüznüydü. Gidişimle sımsıcak telaşlarımızı, bitmeyecek sandığım hayat gayelerini, yerdeki bazalt taşlara fısıldadım; taş beni duydu, tetik duymadı” diye başladı.
Agos’un aktardığına göre, Türkan Elçi’nin okuduğu mektuptan satır başları şöyle:
“Mazlumun acısını anlayabilmek için her şeyden evvel insan olmalı. Vicdan girdaplarında debelenmek için insanın vicdanı olmalı. Parmağı tetikte olan vicdandan nasip almaz.
Sizler beni Diyarbakır’da sonsuzluğa uğurladıktan sonra dostum Hrant beni karşıladı. ‘Erken geldin kardeşim, her zamanki gibi acele ettin’ diye sitem etti. ‘Dostluk yüreği acıyınca sitem edermiş’ dedim.
Nar yaprakları bizimle barışacak gözyaşlarımız durulacaktı. Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da ayakları çıplak çocuklar bir yataktan bir yorgandan ibaret hayatları el arabalarıyla taşımayacaktı…Yetimliğin, öksüzlüğün tadına bakmalarına mani olacaktık. Hrant kardeşim geride bıraktıklarım, yaşayanlar, yaşamayanlar, yeni doğanlar, torunların dedim çocuklarından selam var dedim. Seni sürekli yad eden arkadaşların dedim, biliyorum dedi; her gün onları izliyorum. Bak bundan sonra sen de her gün göreceksin geriden kalanları. O an beni görmenin sevinci silindi. Yıllar öncenin, ebedi olmayan hayatına ait karanlık bir perde çöktü yüzünün çizgilerine. Mesela tetiği ben gördüm benim tetiğin ikiz kardeşiydi. Tetikçiler birbirlerine benzerler, katledilenlerin birbirine benzedikleri gibi. İkimizin de yüreği sızladı. Ölenlerin yüreği kurur sanmayın. Yürek çürümez. Bir tek yüreksizler toprak olup giderler.
Biz bulanık gölleri olan bir ülkenin sürekli temiz kalmayı isteyen nilüferleriydik. Nilüferler ki merhameti simgelerler. Bu merhamet ve temizlik göldeki ruhu kirlenmişleri hep rahatsız etti… Savaş yüzyıllarında tekerrür eden oyunuyken bizler birer oyunbozandık. Ayaklar altında ezilen garibanların yüzü suyu hürmetine, hayatı barışla kafiyelendirmeye çalıştık.
Kuşlar uçarken arkalarında sadece hüzün bırakmaz, yüreğinde ince sızıyla kanayan kadınlar çocuklar ve kadınlar da kalır işte o zaman kıyametler kopar.
Unutmadan Hrant’ın selamlarını da ileteyim sizlere. Şu an beni dinleyen herkese, bulunduğumuz yer kadar sonsuz selam var. Barış adına, umut adına kardeşlik duygusunu gerekliliği ve yüceliği adına bütün ruhu şadların selamı var size. Bizi unutmayavağınızı biliyoruz, gözümüz arkada kalmayacaktır.”
Güvenlik önlemleri artırıldı
Bu yıl geçmiş yıllardan farklı olarak Taksim Meydanı’ndan Agos’un önüne yapılacak yürüyüşe polis izin vermedi. Saat 13:30’da başlaması planlanan yürüyüşe katılmak isteyenler kaldırımlardan dağınık biçimde Agos’un eski binasına ilerledi.
Polis bu yıl üst düzey güvenlik önlemleri de aldı. Osmanbey metro çıkışları önünde üst araması yapan polis, caddeye de barikatlar yerleştirdi. Anma törenine gelenler, barikatlarda üstleri aranarak alana alındı.
Anma törenine katılanlar arasında bu yıl, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır’da vurularak hayatını kaybeden baro başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi ve kızı Nazenin Elçi, Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, CHP’li vekiller Selina Doğan ve Sezgin Tanrıkulu da vardı.
Tahir Elçi unutulmadı
Anma töreni, saat 15:00’da Hrant Dink’in konuşmaları eşliğinde yapılan saygı duruşuyla başladı. Kalabalığın elinde, Hrant Dink ile Tahir Elçi’nin fotoğraflarının olduğu dövizler dikkat çekti.
Törene katılanlar, Tahir Elçi’yi de unutmayarak, ‘Hepimiz Tahir’iz, hepimiz Kürdüz’, ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Tahir’iz’, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Katilleri koruyan cinayete ortaktır’, ‘Katil devlet hesap verecek’ diye slogan attı.
Törende konuşmalar, Cumartesi Anneleri adına, 1995’te cansız bedeni kimsesizler mezarlığında bulunan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak’la başladı.
Ocak şunları söyledi: “Hrant’ımızı sırtından vurarak Halaskargazi Caddesi üzerinde, Tahir’imizi ensesinden vurarak Dört Ayaklı Minare’nin dibinde yüzükoyun düşürenler, onlarla birlikte, hak mücadelemizi de vurmak istediler. Ama onlara sözümüzdür; hakikatin, adaletin ve barışın egemen olması için yürüttükleri mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz. ‘Ama’sız, ‘fakat’sız hiçbir ölümü kabullenmeyeceğiz. Israrla silahların susmasını, tüm sorunlarımızın konuşarak çözülmesini isteyeceğiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin tanındığı, korunduğu ve geliştirildiği bir durum olarak gördüğümüz barışta ısrar edeceğiz.”
Ocak’ın ardından Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi sözü aldı. Türkan Elçi, eşinin ağzından bir mektup okudu.
Elçi mektubuna, “Kuşlar uçarken arkalarında hüzünler bırakır. 19 ocak ve 28 kasım, biri kış biri kışa üç kala, kalpten imanla dolu olanlara hüzünler bıraktı. Yitişimiz kış hüznüydü. Gidişimle sımsıcak telaşlarımızı, bitmeyecek sandığım hayat gayelerini, yerdeki bazalt taşlara fısıldadım; taş beni duydu, tetik duymadı” diye başladı.
Agos’un aktardığına göre, Türkan Elçi’nin okuduğu mektuptan satır başları şöyle:
“Mazlumun acısını anlayabilmek için her şeyden evvel insan olmalı. Vicdan girdaplarında debelenmek için insanın vicdanı olmalı. Parmağı tetikte olan vicdandan nasip almaz.
Sizler beni Diyarbakır’da sonsuzluğa uğurladıktan sonra dostum Hrant beni karşıladı. ‘Erken geldin kardeşim, her zamanki gibi acele ettin’ diye sitem etti. ‘Dostluk yüreği acıyınca sitem edermiş’ dedim.
Nar yaprakları bizimle barışacak gözyaşlarımız durulacaktı. Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da ayakları çıplak çocuklar bir yataktan bir yorgandan ibaret hayatları el arabalarıyla taşımayacaktı…Yetimliğin, öksüzlüğün tadına bakmalarına mani olacaktık. Hrant kardeşim geride bıraktıklarım, yaşayanlar, yaşamayanlar, yeni doğanlar, torunların dedim çocuklarından selam var dedim. Seni sürekli yad eden arkadaşların dedim, biliyorum dedi; her gün onları izliyorum. Bak bundan sonra sen de her gün göreceksin geriden kalanları. O an beni görmenin sevinci silindi. Yıllar öncenin, ebedi olmayan hayatına ait karanlık bir perde çöktü yüzünün çizgilerine. Mesela tetiği ben gördüm benim tetiğin ikiz kardeşiydi. Tetikçiler birbirlerine benzerler, katledilenlerin birbirine benzedikleri gibi. İkimizin de yüreği sızladı. Ölenlerin yüreği kurur sanmayın. Yürek çürümez. Bir tek yüreksizler toprak olup giderler.
Biz bulanık gölleri olan bir ülkenin sürekli temiz kalmayı isteyen nilüferleriydik. Nilüferler ki merhameti simgelerler. Bu merhamet ve temizlik göldeki ruhu kirlenmişleri hep rahatsız etti… Savaş yüzyıllarında tekerrür eden oyunuyken bizler birer oyunbozandık. Ayaklar altında ezilen garibanların yüzü suyu hürmetine, hayatı barışla kafiyelendirmeye çalıştık.
Kuşlar uçarken arkalarında sadece hüzün bırakmaz, yüreğinde ince sızıyla kanayan kadınlar çocuklar ve kadınlar da kalır işte o zaman kıyametler kopar.
Unutmadan Hrant’ın selamlarını da ileteyim sizlere. Şu an beni dinleyen herkese, bulunduğumuz yer kadar sonsuz selam var. Barış adına, umut adına kardeşlik duygusunu gerekliliği ve yüceliği adına bütün ruhu şadların selamı var size. Bizi unutmayavağınızı biliyoruz, gözümüz arkada kalmayacaktır.”
Fişlemeye yasal kılıf getiriliyor! Kişisel Verileri Koruma Kanunu TBMM Başkanlığı'nda...
‘Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’ geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu’unda imzaya açıldı. Tasarının her maddesi sermaye devletinin yıllardır uyguladığı birçok yöntemi olağanlaştırma çabası olarak okunmalıdır.
George Orwell “1984” isimli romanında herkesi kontrol ve baskı altında tutmak isteyen iktidarı anlatır. İnsanların her hareketini izleyen, her yaptıklarından haberdar olan ve düzene aykırı en ufak bir eylemde onları cezalandıran aygıt “big brother” olarak adlandırılır. Sermaye devletinin “big brother”lığı aslında tescillenmiş niteliktedir.
Toplumun her kesiminde, kendi iç iktidar savaşlarında her daim devreye sokulan “tape”ler, görüntüler aslında devletin bekasının dışında bir kaide olmadığını gösteriyor. Egemenlerin krizlerinde “engele dönüşenler ve uyum sağlayanlar” denkleminde kullanılan bir yöntem olarak izleme, baskı altına alma ve itaat ettirme mantığının burjuvazi açısından bir ahlakı, özel olanı, kişisel olanı yoktur.
Köşeye sıkışan bir psikolojinin yapamayacağı şey yoktur. Sermaye devletinin azgınlaşan terörünü salt bu cümlelerle açıklamak elbette yetmez. Saldırıların arka planını ve kendi içerisindeki bütünselliğini görmek önümüzdeki yolu aydınlatmak açısından önemli.
Dünya çapında artan devlet terörü, azdırılan milliyetçi histeri, sistemin yapısal krizleri ve bundan çıkış çabaları emekçilerin yaşamında cebe giren paranın azalması ve sırtındaki sopanın artması olarak hissediliyor. Sırtımızdaki sopanın görünen ve görünmeyen bir çok yönü var.
Teknolojinin son hızla gelişimi, devletin “savunmaya“ ayırdığı bütçe propagandaları eşliğinde sermaye devletinin kendini güvenceye almasına hizmet ediyor. Egemenlerin bu noktadaki güvenlik serzenişleri, aslında milyonlarca işçi ve emekçinin izlenmesi, takip edilmesi, fişlenmesi ve potansiyel olarak ‘suçlu’ olanların engellenmesi demek oluyor. Sermaye devleti bu teknikleri yıllardır yasal veya yasal olmayan yollarla uyguluyor. Son dönemde ise teknolojinin bu yönlü kullanımının yanı sıra, mevcut uygulamalar hukuksal zeminde yapılan düzenlemelerle yasallaştırılmak isteniyor.
‘Yavuz hırsızlığa’ soyunan sermaye devleti
“Orduya, kolluk güçlerine, bunların kullanabileceği teknolojiye her zaman büyük bütçeler ayrıldı. Burjuva yasalar ise zaten Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri işkencenin, devlet terörünün rahatça uygulanabilmesine olanak verecek şekilde hazırlanmıştı. 12 Eylül darbesi ile de kopkoyu bir faşist zihniyetin tüm burjuva hukukuna egemen olması sağlanmıştı. Halihazırda Türk devletinin tüm yasalarında, hatta AB’ye uyum, reform diye yapılan değişikliklerde bile bu zihniyetin hükmü sürüyor.” (Parti Değerlendirmeleri, Küresel hapishaneye dönüşen bir dünyada örgütsel güvenlik, s. 357, Eksen Yayıncılık)
‘Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’ geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu’unda imzaya açıldı. Tasarının her maddesi sermaye devletinin yıllardır uyguladığı birçok yöntemi olağanlaştırma çabası olarak okunmalıdır. Zira ilgili yasa tasarısı milyonlarca insana ait verileri onların rızası olmaksızın (f)işleyen sermaye devletinin yaptıklarına ‘yasal’ kılıf hazırlanması anlamına geliyor.
Tasarıya göre insanların ismi, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmişi, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgileri, ırkı, etnik kökeni, cinsel hayatı gibi kişisel veriler MİT, polis ve jandarma tarafından herhangi bir ek yasal düzenleme gerekmeksizin işlenecek. Tasarıda, ayrıca kişisel verilerin işlenmesi konusunda geniş istisna getiriliyor. Bu çerçevede polis, jandarma ve MİT yasası kapsamına giren konular, “veri koruması” dışında bulunacak.
George Orwell “1984” isimli romanında herkesi kontrol ve baskı altında tutmak isteyen iktidarı anlatır. İnsanların her hareketini izleyen, her yaptıklarından haberdar olan ve düzene aykırı en ufak bir eylemde onları cezalandıran aygıt “big brother” olarak adlandırılır. Sermaye devletinin “big brother”lığı aslında tescillenmiş niteliktedir.
Toplumun her kesiminde, kendi iç iktidar savaşlarında her daim devreye sokulan “tape”ler, görüntüler aslında devletin bekasının dışında bir kaide olmadığını gösteriyor. Egemenlerin krizlerinde “engele dönüşenler ve uyum sağlayanlar” denkleminde kullanılan bir yöntem olarak izleme, baskı altına alma ve itaat ettirme mantığının burjuvazi açısından bir ahlakı, özel olanı, kişisel olanı yoktur.
Köşeye sıkışan bir psikolojinin yapamayacağı şey yoktur. Sermaye devletinin azgınlaşan terörünü salt bu cümlelerle açıklamak elbette yetmez. Saldırıların arka planını ve kendi içerisindeki bütünselliğini görmek önümüzdeki yolu aydınlatmak açısından önemli.
Dünya çapında artan devlet terörü, azdırılan milliyetçi histeri, sistemin yapısal krizleri ve bundan çıkış çabaları emekçilerin yaşamında cebe giren paranın azalması ve sırtındaki sopanın artması olarak hissediliyor. Sırtımızdaki sopanın görünen ve görünmeyen bir çok yönü var.
Teknolojinin son hızla gelişimi, devletin “savunmaya“ ayırdığı bütçe propagandaları eşliğinde sermaye devletinin kendini güvenceye almasına hizmet ediyor. Egemenlerin bu noktadaki güvenlik serzenişleri, aslında milyonlarca işçi ve emekçinin izlenmesi, takip edilmesi, fişlenmesi ve potansiyel olarak ‘suçlu’ olanların engellenmesi demek oluyor. Sermaye devleti bu teknikleri yıllardır yasal veya yasal olmayan yollarla uyguluyor. Son dönemde ise teknolojinin bu yönlü kullanımının yanı sıra, mevcut uygulamalar hukuksal zeminde yapılan düzenlemelerle yasallaştırılmak isteniyor.
‘Yavuz hırsızlığa’ soyunan sermaye devleti
“Orduya, kolluk güçlerine, bunların kullanabileceği teknolojiye her zaman büyük bütçeler ayrıldı. Burjuva yasalar ise zaten Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri işkencenin, devlet terörünün rahatça uygulanabilmesine olanak verecek şekilde hazırlanmıştı. 12 Eylül darbesi ile de kopkoyu bir faşist zihniyetin tüm burjuva hukukuna egemen olması sağlanmıştı. Halihazırda Türk devletinin tüm yasalarında, hatta AB’ye uyum, reform diye yapılan değişikliklerde bile bu zihniyetin hükmü sürüyor.” (Parti Değerlendirmeleri, Küresel hapishaneye dönüşen bir dünyada örgütsel güvenlik, s. 357, Eksen Yayıncılık)
‘Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’ geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu’unda imzaya açıldı. Tasarının her maddesi sermaye devletinin yıllardır uyguladığı birçok yöntemi olağanlaştırma çabası olarak okunmalıdır. Zira ilgili yasa tasarısı milyonlarca insana ait verileri onların rızası olmaksızın (f)işleyen sermaye devletinin yaptıklarına ‘yasal’ kılıf hazırlanması anlamına geliyor.
Tasarıya göre insanların ismi, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmişi, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgileri, ırkı, etnik kökeni, cinsel hayatı gibi kişisel veriler MİT, polis ve jandarma tarafından herhangi bir ek yasal düzenleme gerekmeksizin işlenecek. Tasarıda, ayrıca kişisel verilerin işlenmesi konusunda geniş istisna getiriliyor. Bu çerçevede polis, jandarma ve MİT yasası kapsamına giren konular, “veri koruması” dışında bulunacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)