8 Nisan 2016 Cuma

Ölümünün 32. yılında “Herşey halkların eşitliği ve kurtuluşu içindir” diyen devrimci sanatçı Yılmaz Güney ölümsüzdür!

İşçi sınıfını ve emekçi halk yığınlarını devrimci eyleme geçiren süreç ile aydınları devrimci eyleme geçiren sürecin temel dinamikleri farklıdır. Bu bağlamda iki farklı yol söz konusudur. İşçi sınıfı ve emekçi ve halk yığınları toplumsal varlık koşulları tarafından devamlı olarak, baskıya, sömürüye, aşağılanmaya karşı, egemen sınıflara ve onların devlet aygıtına karşı egemen toplumsal politik ve ekonomik ilişkilere karşı, devrimci eyleme zorlanırlar. Bu süreci bilinçli ve örgütlülük yönünden tamamlayan devrimci önderliktir. Oysa aydınlarda durum daha farklıdır.

Aydınların devrimcileşmesi sürecinde belirleyici öge bilinçlenme süreçleridir. Bilgi birikimleri iradelerini yönlendirir; kuşkusuz bir yol ayrımı yaşarlar; toplumsal çıkarlar için mi bireysel çıkarlar için mi sorusuyla karşılaşırlar. Aydınların değişik politik kesimlerinin ayrışmasında ana eksen, yol ayrımında ortaya çıkan iki ana doğrultudaki yanıtlardır. Kimi bireysel çıkarların, kariyerin burjuva yaşamın ve ilişkilerin yolunu tutar; kendi geleceğini sömürücü sınıfların gelecek ile bağlar kimi de bireysel ilerlemenin değil, toplumsal kurtuluşun yolunu tutar, kendi geleceğini işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarını geleceği ile bağlar. Burada da bireysellik yok olmaz.Ama toplumsal kurtuluş davası içinde erir. Asıl öge olmaktan çıkar. Diğer durumda ise,bireysellik temel öğe olmakla kalmaz.gitgide daha da pekişir,en uç noktaya doğru ilerler.

1937 yılında Urfa da doğan ve 11 Eylül 1984'te Fransa’nın Paris kentinde kanser hastalığında kaybettiğimiz Yılmaz Güney'in militan devrimci politikacı ve militan devrimci sanatçı kişiliğinin oluşum süreci, o iki yolu birleştirir. Yılmaz Güney güçlü yarı-feodal ilişkiler ortamında yoksullukla yaşamı arasındaki bölüşüm içinde, ama bir Kürt olması nedeniyle birkaç kez katmerli bir baskı ve horlanma koşulları içinde yetişmiştir. O'nun isyankarlığı, yetiştiği koşullar içinde dövülmüştür. Güney'in yaşamını bir bütün olarak düşündüğümüzde, devrimci bilincinin devamlı olarak bir gelişme ve ilerleme çizgisinde gelişmiş olduğunu kolaylıkla görürüz. Bu durum, ondaki isyankarlığın, baş eğmezliğin gitgide devrimci bir sınıf tavrı olarak kristalleşmesini getirir .Yılmaz'ın gelişme yönü hemen her boyutta en devrimci sınıfın, proletaryanın sınıf çizgisine doğru ilerlemiştir.

Yılmaz'ın devrimci sanatıyla devrimci politik kişiliği öylesine kaynaşmıştır ki, birini diğerinden ayrı düşünmek ve anlamak olanaksızdır.Burjuva demokrat eleştirmenlerin, ödlek sanatçı ve edebiyatçıların, öteden beri izledikleri, ama günümüzde daha da yoğun olarak sürdürdükleri, O'nun sanatını siyasal kişiliğinden ve siyasal eyleminden koparma çabaları bu gerçeği değiştiremez. Kendi özgün deyimleriyle bu ödlek aydınlar, faşizme, gericiliğe, emperyalizme karşı bir türlü gösteremedikleri kavgacılığı, Güney'in devrimci kavgacı kişiliğini savunmada gösterebilirler mi? Sanki o kavganın getireceği sonuçları göğüsleyebilecek özveriyi gösterme güçleri, işçi sınıfı ve çalışan halka güvenleri mi var? “Artık beni hiç kimse 'Bağımsız Türkiye' diye bağırtamaz” diyerek, burjuvazi önünde diz çöküp günah çıkartanlar, emperyalizme bağımlılık ilişkilerini örtbas etmeye yeltenenler Güney'in politik kişiliğine bir şey diyemezler ve onun devrimci duruşuna asla dil uzatamazlar.

Halkına hiç bir bağımlığı olmayan, hiç bir devrimci enerjisi olmayan, bireysel olarak en ufak bir özveriyi dahi göze alamayan burjuva liberal ve dönek yazar çizer takımı, Güney gibi bir dava ve sanat adamını savunmaya kalktıklarında çok gülünç durumlara düşüyorlar. Bol keseden, ama kendi ödlekliklerinden, sıcak köşelerini güvenceye almak için sözde Güney savunusunu dengelemek için, hem Güney'in politik inançlarını ve eylemlerini unutalım diyorlar; hem de bu yetmez gibi, kendi güvenliklerini sağlamak için, Güney'i “katil” ilan ediyorlar. Tam tiksinti verici bir iki yüzlü bir durum.

Güney'in politikacı ve sanatçı kişiliğinin karakteristik ögelerinden başta geleni, hem halkını tanıması, sorunlarını bilmesi ve hem de halkın davasına olan tutkulu bağlığı, yığınlara duyduğu güvendir. Bunu anlamayı başaramamış ve belki de yaşamlarında yığınlara hiç bir zaman güvenmemiş kimi aydınlar, Güney'de "sınıf bilinci edinmemiş halka olan tepki giderek halka karşı, halkı horlayan bir anlayışa gidiyor bunu hissetmemek mümkün değil" diye konuşabiliyorlar. Bu halk dalkavukları elbette işçi sınıfı ve emekçi yığınların, siyasal sınıf bilinci noksanlığını eleştiremezler. Çünkü, bu güç kendilerinde yoktur. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlara dalkavukluk yapmak kimseye sorumluluk yüklemez; ama, işçi sınıfı ve emekçi yığınların siyasal sınıf bilinci eksikliğini eleştirmek kişiye büyük özveriler gerektiren, günümüzde işkence tezgahlarında can vermekten, egemenlerin kôhne zindanlarında çürüme tehlikesini de getiren büyük sorumluluklar yükler. Bu sorumlulukları omuzlayabilmek için, Güney gibi tutkulu bir kavga adamı olabilmek gerekir. Güney elbette işçi sınıfının ve emekçi yığınların siyasal sınıf bilinci noksanlığını eleştirecektir.

Çünkü işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarına güvenmektedir. Onların kurtuluşu davasına tutkuyla bağlıdır ve zaferin yığınların siyasal sınıf bilinci edinmesiyle hazırlanabileceğini ve kazanılacağını bilmektedir. Güney halkını tanıyor, ülkenin temel sorunlarını da biliyordu. Sinema sanatı kuşkusuz. O’nun devrimci savaşımında en önemli silahıdır. Bu silahı gözü pekçe kullandı. Burjuva liberal görüşlerin tersine, sanatın siyasetin hizmetinde olduğunu şu ya da bu sınıfa hizmet edeceğini,onun kavgasını deslekleyeceğini, omuz vereceğini biliyordu. Ve 1970'ler sonrası sinema ve yazın çalışmalarını bu bakış açısıyla yürüttü. Bu sayısız zorluklarla dolu, sınırsız özverileri gerektiren, burjuvazinin sunduğu bütün nimetlerin bireysel çıkarların reddedilmesini zorunlu kılan tehlikeli ama onurlu devrimci bir yoldu.

Güney ,yalnızca bu yolu tutmadı aynı zamanda eğilip bükülmeden, kesin bir kararlılıkla ve son nefesine kadar devrimci onuruyla, alnı açık olarak bu yolda yürümeyi de başardı. Yaşamının en güzel yıllarını verdiği yıkılası köhne zindanlar bile onu, devrimci eyleminden alıkoymadı.

Güney'e karşı geniş emekçi halk yığınlarının derinliklerinde doğan efsanevi sevgi ve sempatinin kaynağında yığınların, Güney'in gerçekçi devrimci sinema sanatında kendini, kendi sorunlarını bulması yatar. Güney'in sanatı yalnızca bir ayna değildir. O halkın ve yığınların temel sorunlarını perdeye getirmekle yetinmez,yığınları sorunların çözümleri üzerinde düşünmeye sevk eder,sorunların kaynaklarını ve çözüm yolunu sinema sanatının tekniklerinden ve özgün anlatım olanaklarından yararlanarak göstermeye çalışır. Toplumsal kurtuluş temasını işler.

Güney'in kendini devamlı olarak ilerletebilmesinin temel dinamiklerinden birisi, kavrama ve uygulama yeteneğinin düzeyi, nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin işçi sınıfının, toplumumuzun sonuna kadar devrimci tek sınıf olduğunu, ve onun kurtuluşunun yolunu aydınlatan biricik bilimsel teorisinin Marksizm-Leninizm olduğuna inanmasıdır. Fakat bu Güneyin politik düşüncelerinin tümüyle proleter sınıf karakterin de olduğu ya da tümüyle Marksist-Leninist olduğu anlamına gelmez. Teorik donanımının eksikliğinin bilincinde olarak yorulmak bilmez bir çabayla teorik donanımını ilerletmeye çalışmış, üstelik bunu ülke devriminin sorunlarına ilişkin çözümler üretme çabasıyla iç içe birlikte götürmüştür. Güney'in her hangi bir devrimci örgüte katılmamış olması, eleştiri ve tartışma konusu yapılabilir, ama herhalde daha da önemlisi bunun nedenlerini, niçin böyle olduğunu aydınlatmaktır. Bu iki yönü kapsar: bir yön; Güneyin eksikleri, hataları ve belki de zaaflarıdır. Diğer yön ise; Güney'in politik düşünceleri bakımından onun için birer seçenek olabilecek yoğunlukların eksikleri, hataları, zaafları ve ek olarak Güney'e ve esasen aynı zamanda devrimci sanata ve sanatçıya yaklaşımlarıdır.

Komünistler, Güney'e sahip çıkmada, destek vermede vs. sorumluluklarını anlamada ve yerine getirmede başarılı olamadılar. Önce bunu yığınlar nezdinde ortaya koymalıyız. Burada temel faktör, devrimci sanatın devrimci mücadeledeki yerini ve önemini kavramadaki yetersizlik ve sığlıktır. Güney'e karşı gerekli duyarlılığın ve ilginin gösterilememesinin temelinde, devrimci sanatı karşı kuvvetli duyarlılığın ve ilginin gösterilememesinin temelinde, devrimci sanata karşı kuvvetli duyarsızlık noksanlığı ve ilgi eksikliği yatar. Bunun yanlışlığını ve yetmezliğini görüp bilince çıkararak bunun aşılması için gereken çabanın gösterilmesi gerekiyor. Bu sağlandığında Güneyi anlama daha kolay olacaktır.

Güney’in devrimci ve militan kavgacı gerçekçi sanatından ve politik savaşımından öğrenilecek çok şey var. Tutkuyla bağlı olduğu, uğrunda sayısız ve sınırsız özveriye katlandığı devrimci kavgasını zafere değin sürdürmek, onu yeni kuşaklara devrimci Güney olarak taşımak görevlerimiz arasında durduğunu unutmadan, ölümünün 32. yıl dönümünde Güney’i bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder