29 Nisan 2016 Cuma

1 Mayıs’ta yoksulluğu faşist kuşatmayı ve yasakları parçalayarak alanlara çıkalım!

Şikago proletaryasının 1886 yılında ABD’de yaktığı isyan ateşi, yüzyılı aşkındır dünyanın her yerinde, emeğin sermayeye karşı başkaldırı günü olarak yanıyor. Biliyoruz ki, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs, işçilere, emekçilere bu zulüm cenderesi ve onun asalaklarına, zorba faşist burjuva kapitalist devlet aygıtına karşı birleşmenin, dayanışmanın kızıl bayraklarının, insan yaşamının devamını emekleriyle, emek güçlerini kullanarak sağlayanların ellerinde dünya topraklarında dalgalandırıldığı yıkım ve yeniden kurmanın müjdecisi bir gün‘ü, bir ay‘ı değil sadece, koca bir enternasyonal tarihi anımsatır.

Sermaye sınıf da biliyor ki; dünyanın bütün işçileri ve emekçileri, emperyalist kapitalistlerin sömürü dünyasına karşı, diğer ezilen ve sömürülen emekçileri de yanlarına alarak, ayağa kalkarlarsa, dünyanın hiç bir ordusu ve polis gücü onların karşısın da tutunamaz. Dünya emperyalist burjuvazisi bunun örneklerini yaşadı, biliyor ve korkuyor.

İşte 2006 1 Mayıs'ında, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın işçi ve emekçileri, ezilen ve yok sayılan, kanlı katliamlardan geçirilen Kürt ulusu, zulmün ve zorbalığın kurumu TC devletine, faşist dinci AKP diktatörlüğünün sınır tanımaz faşist baskı ve terörüne, ulusal zulme, her türlü ayrımcılığa, imha ve inkarcılığa ve sömürüye karşı bir kez da sesini yükseltecektir. Faşist 12 Eylül anayasasına karşı, fiili olağanüstü hal ve diğer faşist ırkçı kararnamelere ve özel yasalara karşı; Yeni TCK ve infaz yasalarına karşı; İş, ekmek, temel hak ve özgürlükler için;

Kürt ulusunu kendi kaderini kendi eline alması; Kadınların kölelik zincirlerini parçalayıp özgürleşmesinin yolunun açılması; Emperyalist uşaklığına, NATO’ya bağımlılığa son verilmesi; Ekonomik yoksulluk, işsizlik ve işçi kıyımına; Üniversitede, sivil faşist, idare, polis, jandarma işbirliği terörüne, faşist-gerici dinci ve paralı eğitim sistemine; Özerk ve demokratik üniversite için YÖK’e karşı; işçi, memur ve bütün çalışanlara özgür sendikacılık ve grevli toplu sözleşme hakkı; devrimci tutsaklara özgürlük; Kirli savaşın durdurulması için;

Aydınlara, devrimci-demokratik muhalefete yönelik tutuklama terörünün son bulması: demokrasi, eşitlik ve özgürlük istemlerinin, Erdoğan’ın önderliğinde AKP faşist iktidarı tarafından kan, zulümle ve topyekun savaşla boğulmasının önüne geçmek, işçi kıyımlarını, örgütsüzleştirme dayatmalarını,Türk ırkçı-şovenist linç dalgasını, grev yasaklarını ve zamları geri püskürtmek için, Türk ve Kürt ulusundan işçi ve emekçilere demokrasi, eşitlik, özgürlük, daha iyi yaşam ve daha iyi çalışma koşulları; İstanbul da 1 Mayıs alanı Taksim'e konan yasağın parçalanması; yurt-dışın da yaşamak zorunda kalan göçmen emekçilere yönelik faşist ırkçı-ayrımcı saldırıların son bulması ve eşit yurttaşlar olarak yaşamlarının önündeki ayrımcı-ırkçı yasaların kaldırılması için:

1 Mayıs'ta fabrikalarda, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara çıkalım ve emperyalist kapitalist sermayenin ve faşist dinci gerici saldırı ve savaş dalgasına karşı birleşik gücümüzü harekete geçirelim ve her yerde ve her alanda 1 Mayıs’ta birlik, dayanışma ve mücadele gücümüzü ortaya koyarak, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için sesimiz alanlarda yükseltelim. Unutmayalım ki, kurtuluşumuz devrim ve sosyalizmde. Faşizmi devrimle ezeceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!
Yaşasın Proletarya enternasyonalizmi!
Emperyalizme kapitalizme ölüm halklara eşitlik ve özgürlük!

Halkın Birliği - 1 Mayıs 2016 Özel sayısı

25 Nisan 2016 Pazartesi

Bir dil sürçmesi değil... TBMM Başkanı İsmail Kahraman: Laiklik olmamalıdır!

TBMM Başkanı İsmail Kahraman, ‘Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır’ diyerek, ‘Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dini olarak bahsetmesi lazım’ şeklinde konuştu.

Kahraman, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği AY-BİR’in düzenlediği “Yeni Türkiye Konferansları”nın altıncısında, “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” konulu konferans verdi. İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda gerçekleştirilen konferansa, İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak, Ay-Bir Konsey Başkanı Yusuf Balcı ve akademisyenler katıldı. Meclis Başkanı, burada yaptığı konuşmada, “Ladinilik olmamalı yeni anayasada ve dindar bir anayasa olmalı” dedi.

“Yeni anayasa önce insan demelidir”
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, devlet ve millet kaynaşması gerektiğini vurgulayarak, “Önce insan. Yeni Anayasa önce insan demelidir. Devlet insanın hizmetinde, vatandaşının hizmetindeki bir örgüt olmalıdır. Bizde tersine, devleti koruyan, ferdi ise hizmet ettiren noktada olan anayasalar olmuştur” dedi.

Anayasa kitapçığını gösteren Kahraman, “Bu Anayasa değişmeli. Bir başlangıç kısmı var; üzüyor beni. 34 tane ‘ve’, 22 tane ‘virgül’, 7 tane ‘noktalı virgül’, 7 ‘paragraf’ ve 1 ‘nokta’. 2 sayfa süren bir başlangıç kısmı. Dünya anayasalarında böyle bir başlangıç yok. Lisanı da güzel değil. Birinci kısmında hürriyeti verir. Maddenin hemen ikinci kısmında ‘ancak, şu kadar ki, fakat’ diyerek hürriyeti geri alır. Niye? Çünkü bir darbe anayasasıdır. 61 de böyledir. 82 de böyledir” şeklinde konuştu.

“Laiklik yeni anayasada olmamalıdır”
1982 Anayasası’nın herhangi bir yerinde Allah lafzının geçmediğini belirten Kahraman, şöyle devam etti: “Ama Anayasa inanca göre tasnif edildiğinde, bu 82 Anayasası da, 61 Anayasası da dindar anayasalardır. Neden? Resmi tatiller, Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı’dır. Din dersleri mecburidir ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır. Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa, İrlanda, bir de Türkiye’de var. Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır. Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dini olarak bahsetmesi lazım.”

“Ladinilik olmamalı yeni Anayasa’da ve dindar bir anayasa olmalı”
Bazı ülkelerdeki anayasalarda dini ibarelerin bulunduğunu söyleyen ve örnekler gösteren Kahraman, “Peki niye biz Müslüman bir ülke olarak, dinden kendimizi arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Niye? İslam İşbirliği Örgütü’ne kayıtlıyız, üyesiyiz, kurucusuyuz. İslam Kalkınma Bankası’nda varız. Bir İslam ülkesiyiz. Nedir yani? Neden? Ladinilik olmamalı yeni anayasada ve dindar bir anayasa olmalı” dedi.

İki başlılık olduğu anda istikrar olmaz”
Kahraman, “Başkanlık Sistemi” ile ilgili tartışmalara da değinerek, şunları söyledi: “Anayasa Komisyonu çalışmalarında Halk Parti’li bir arkadaşım, çok değerli bir insan, ‘Siz Parlamento Dergisi’nde Başkanlık Sistemi’nden yana olduğunuzu ifade ettiniz. Hâlbuki siz tarafsızsınız’ dedi. Elbette tarafsızım. Nerede tarafsızım? İdare ederken elimde bir terazi. Kimsenin hakkını kimseye vermez. Fikrim var ve bir inancım var. Ben bu sistemi onun için beğeniyorum. Gereken incelemeleri yaptık. Birlik Vakfı’nın Anayasa metnini hazırlarken, 177 maddeyi 85’e indirdik ve 62 anayasayı inceledik. Ben evvela ‘yarı başkanlık’ diye düşünüyordum. Sonra baktık ki ‘başkanlık sistemi’ lazım. İki başlılık olduğu anda istikrar olmaz. 2 şoförlü bir araba kazasız gidemez, mutlaka kaza yapar. Dolayısıyla, Başkanlık Sistemi iskeletli bir anayasa metni hazırladık. Suallerden birinin başkanlık olacağını düşündüğüm için söylüyorum. Sistemin iyiliği nerede? ‘Hâkimiyet tecezzi etmez’ diye bir kaide vardır. Tek kişinin yönetiminde bir idare. 2 tane adam, birisi cumhurbaşkanı, birisi başbakan, farklı yerlerden, fikirlerde, partilerden ise; hatırlayınız bir anayasa fırlatmasının Türkiye’ye kaça mal olduğunu, hatırlayınız… Sıkıntıya gireriz. Gelişmemiz durur. Zaten gelişmemizi istemeyen dış dünya bu propagandayı yapmaktadır. ‘Başkanlık diktatörlük.’ Ne münasebet! Şimdi Obama diktatör mü?”

Kuzey Kutbu’nda faşizme karşı direnişin dev bayrağı açıldı

Rusya Coğrafya Derneği İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı zaferi simgeleyen orak-çekiçli bayrağın dev bir kopyasını “dünyanın çatısı”nda açarak bir rekora imza attı.

Komsomolskaya Pravda’nın haberine göre Rus Acil Durumlar Bakanlığı ve Rusya Coğrafya Derneği İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı zaferi simgeleyen orak-çekiçli bayrağın dev bir kopyasını “dünyanın çatısı”nda açarak bir rekora imza attı. 40 metreye 25 metre boyutlarındaki ve 1000 metrekare alana sahip olan bayrağın ağırlığının 150 kg. olduğu belirtildi.

Törende görev alanlardan Vyacheslav Bocharov şöyle konuştu:

Gezegenin çatısında Zafer Sancağı’nı açarak dünyaya faşizmle mücadele etmemiz gerektiğini, faşizmin insanlığın bir sorunu olduğunu gösterdik. Bu adımla dünyaya aynı zamanda II. Dünya Savaşı’nda faşizmin belini kimin kırdığını da hatırlatıyoruz. Dünyada pek çok insan bugün bunu bilmiyor. Halklar bu bayrak etrafında birleşmeli.


8 Nisan 2016 Cuma

Ölümünün 32. yılında “Herşey halkların eşitliği ve kurtuluşu içindir” diyen devrimci sanatçı Yılmaz Güney ölümsüzdür!

İşçi sınıfını ve emekçi halk yığınlarını devrimci eyleme geçiren süreç ile aydınları devrimci eyleme geçiren sürecin temel dinamikleri farklıdır. Bu bağlamda iki farklı yol söz konusudur. İşçi sınıfı ve emekçi ve halk yığınları toplumsal varlık koşulları tarafından devamlı olarak, baskıya, sömürüye, aşağılanmaya karşı, egemen sınıflara ve onların devlet aygıtına karşı egemen toplumsal politik ve ekonomik ilişkilere karşı, devrimci eyleme zorlanırlar. Bu süreci bilinçli ve örgütlülük yönünden tamamlayan devrimci önderliktir. Oysa aydınlarda durum daha farklıdır.

Aydınların devrimcileşmesi sürecinde belirleyici öge bilinçlenme süreçleridir. Bilgi birikimleri iradelerini yönlendirir; kuşkusuz bir yol ayrımı yaşarlar; toplumsal çıkarlar için mi bireysel çıkarlar için mi sorusuyla karşılaşırlar. Aydınların değişik politik kesimlerinin ayrışmasında ana eksen, yol ayrımında ortaya çıkan iki ana doğrultudaki yanıtlardır. Kimi bireysel çıkarların, kariyerin burjuva yaşamın ve ilişkilerin yolunu tutar; kendi geleceğini sömürücü sınıfların gelecek ile bağlar kimi de bireysel ilerlemenin değil, toplumsal kurtuluşun yolunu tutar, kendi geleceğini işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarını geleceği ile bağlar. Burada da bireysellik yok olmaz.Ama toplumsal kurtuluş davası içinde erir. Asıl öge olmaktan çıkar. Diğer durumda ise,bireysellik temel öğe olmakla kalmaz.gitgide daha da pekişir,en uç noktaya doğru ilerler.

1937 yılında Urfa da doğan ve 11 Eylül 1984'te Fransa’nın Paris kentinde kanser hastalığında kaybettiğimiz Yılmaz Güney'in militan devrimci politikacı ve militan devrimci sanatçı kişiliğinin oluşum süreci, o iki yolu birleştirir. Yılmaz Güney güçlü yarı-feodal ilişkiler ortamında yoksullukla yaşamı arasındaki bölüşüm içinde, ama bir Kürt olması nedeniyle birkaç kez katmerli bir baskı ve horlanma koşulları içinde yetişmiştir. O'nun isyankarlığı, yetiştiği koşullar içinde dövülmüştür. Güney'in yaşamını bir bütün olarak düşündüğümüzde, devrimci bilincinin devamlı olarak bir gelişme ve ilerleme çizgisinde gelişmiş olduğunu kolaylıkla görürüz. Bu durum, ondaki isyankarlığın, baş eğmezliğin gitgide devrimci bir sınıf tavrı olarak kristalleşmesini getirir .Yılmaz'ın gelişme yönü hemen her boyutta en devrimci sınıfın, proletaryanın sınıf çizgisine doğru ilerlemiştir.

Yılmaz'ın devrimci sanatıyla devrimci politik kişiliği öylesine kaynaşmıştır ki, birini diğerinden ayrı düşünmek ve anlamak olanaksızdır.Burjuva demokrat eleştirmenlerin, ödlek sanatçı ve edebiyatçıların, öteden beri izledikleri, ama günümüzde daha da yoğun olarak sürdürdükleri, O'nun sanatını siyasal kişiliğinden ve siyasal eyleminden koparma çabaları bu gerçeği değiştiremez. Kendi özgün deyimleriyle bu ödlek aydınlar, faşizme, gericiliğe, emperyalizme karşı bir türlü gösteremedikleri kavgacılığı, Güney'in devrimci kavgacı kişiliğini savunmada gösterebilirler mi? Sanki o kavganın getireceği sonuçları göğüsleyebilecek özveriyi gösterme güçleri, işçi sınıfı ve çalışan halka güvenleri mi var? “Artık beni hiç kimse 'Bağımsız Türkiye' diye bağırtamaz” diyerek, burjuvazi önünde diz çöküp günah çıkartanlar, emperyalizme bağımlılık ilişkilerini örtbas etmeye yeltenenler Güney'in politik kişiliğine bir şey diyemezler ve onun devrimci duruşuna asla dil uzatamazlar.

Halkına hiç bir bağımlığı olmayan, hiç bir devrimci enerjisi olmayan, bireysel olarak en ufak bir özveriyi dahi göze alamayan burjuva liberal ve dönek yazar çizer takımı, Güney gibi bir dava ve sanat adamını savunmaya kalktıklarında çok gülünç durumlara düşüyorlar. Bol keseden, ama kendi ödlekliklerinden, sıcak köşelerini güvenceye almak için sözde Güney savunusunu dengelemek için, hem Güney'in politik inançlarını ve eylemlerini unutalım diyorlar; hem de bu yetmez gibi, kendi güvenliklerini sağlamak için, Güney'i “katil” ilan ediyorlar. Tam tiksinti verici bir iki yüzlü bir durum.

Güney'in politikacı ve sanatçı kişiliğinin karakteristik ögelerinden başta geleni, hem halkını tanıması, sorunlarını bilmesi ve hem de halkın davasına olan tutkulu bağlığı, yığınlara duyduğu güvendir. Bunu anlamayı başaramamış ve belki de yaşamlarında yığınlara hiç bir zaman güvenmemiş kimi aydınlar, Güney'de "sınıf bilinci edinmemiş halka olan tepki giderek halka karşı, halkı horlayan bir anlayışa gidiyor bunu hissetmemek mümkün değil" diye konuşabiliyorlar. Bu halk dalkavukları elbette işçi sınıfı ve emekçi yığınların, siyasal sınıf bilinci noksanlığını eleştiremezler. Çünkü, bu güç kendilerinde yoktur. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlara dalkavukluk yapmak kimseye sorumluluk yüklemez; ama, işçi sınıfı ve emekçi yığınların siyasal sınıf bilinci eksikliğini eleştirmek kişiye büyük özveriler gerektiren, günümüzde işkence tezgahlarında can vermekten, egemenlerin kôhne zindanlarında çürüme tehlikesini de getiren büyük sorumluluklar yükler. Bu sorumlulukları omuzlayabilmek için, Güney gibi tutkulu bir kavga adamı olabilmek gerekir. Güney elbette işçi sınıfının ve emekçi yığınların siyasal sınıf bilinci noksanlığını eleştirecektir.

Çünkü işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarına güvenmektedir. Onların kurtuluşu davasına tutkuyla bağlıdır ve zaferin yığınların siyasal sınıf bilinci edinmesiyle hazırlanabileceğini ve kazanılacağını bilmektedir. Güney halkını tanıyor, ülkenin temel sorunlarını da biliyordu. Sinema sanatı kuşkusuz. O’nun devrimci savaşımında en önemli silahıdır. Bu silahı gözü pekçe kullandı. Burjuva liberal görüşlerin tersine, sanatın siyasetin hizmetinde olduğunu şu ya da bu sınıfa hizmet edeceğini,onun kavgasını deslekleyeceğini, omuz vereceğini biliyordu. Ve 1970'ler sonrası sinema ve yazın çalışmalarını bu bakış açısıyla yürüttü. Bu sayısız zorluklarla dolu, sınırsız özverileri gerektiren, burjuvazinin sunduğu bütün nimetlerin bireysel çıkarların reddedilmesini zorunlu kılan tehlikeli ama onurlu devrimci bir yoldu.

Güney ,yalnızca bu yolu tutmadı aynı zamanda eğilip bükülmeden, kesin bir kararlılıkla ve son nefesine kadar devrimci onuruyla, alnı açık olarak bu yolda yürümeyi de başardı. Yaşamının en güzel yıllarını verdiği yıkılası köhne zindanlar bile onu, devrimci eyleminden alıkoymadı.

Güney'e karşı geniş emekçi halk yığınlarının derinliklerinde doğan efsanevi sevgi ve sempatinin kaynağında yığınların, Güney'in gerçekçi devrimci sinema sanatında kendini, kendi sorunlarını bulması yatar. Güney'in sanatı yalnızca bir ayna değildir. O halkın ve yığınların temel sorunlarını perdeye getirmekle yetinmez,yığınları sorunların çözümleri üzerinde düşünmeye sevk eder,sorunların kaynaklarını ve çözüm yolunu sinema sanatının tekniklerinden ve özgün anlatım olanaklarından yararlanarak göstermeye çalışır. Toplumsal kurtuluş temasını işler.

Güney'in kendini devamlı olarak ilerletebilmesinin temel dinamiklerinden birisi, kavrama ve uygulama yeteneğinin düzeyi, nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin işçi sınıfının, toplumumuzun sonuna kadar devrimci tek sınıf olduğunu, ve onun kurtuluşunun yolunu aydınlatan biricik bilimsel teorisinin Marksizm-Leninizm olduğuna inanmasıdır. Fakat bu Güneyin politik düşüncelerinin tümüyle proleter sınıf karakterin de olduğu ya da tümüyle Marksist-Leninist olduğu anlamına gelmez. Teorik donanımının eksikliğinin bilincinde olarak yorulmak bilmez bir çabayla teorik donanımını ilerletmeye çalışmış, üstelik bunu ülke devriminin sorunlarına ilişkin çözümler üretme çabasıyla iç içe birlikte götürmüştür. Güney'in her hangi bir devrimci örgüte katılmamış olması, eleştiri ve tartışma konusu yapılabilir, ama herhalde daha da önemlisi bunun nedenlerini, niçin böyle olduğunu aydınlatmaktır. Bu iki yönü kapsar: bir yön; Güneyin eksikleri, hataları ve belki de zaaflarıdır. Diğer yön ise; Güney'in politik düşünceleri bakımından onun için birer seçenek olabilecek yoğunlukların eksikleri, hataları, zaafları ve ek olarak Güney'e ve esasen aynı zamanda devrimci sanata ve sanatçıya yaklaşımlarıdır.

Komünistler, Güney'e sahip çıkmada, destek vermede vs. sorumluluklarını anlamada ve yerine getirmede başarılı olamadılar. Önce bunu yığınlar nezdinde ortaya koymalıyız. Burada temel faktör, devrimci sanatın devrimci mücadeledeki yerini ve önemini kavramadaki yetersizlik ve sığlıktır. Güney'e karşı gerekli duyarlılığın ve ilginin gösterilememesinin temelinde, devrimci sanatı karşı kuvvetli duyarlılığın ve ilginin gösterilememesinin temelinde, devrimci sanata karşı kuvvetli duyarsızlık noksanlığı ve ilgi eksikliği yatar. Bunun yanlışlığını ve yetmezliğini görüp bilince çıkararak bunun aşılması için gereken çabanın gösterilmesi gerekiyor. Bu sağlandığında Güneyi anlama daha kolay olacaktır.

Güney’in devrimci ve militan kavgacı gerçekçi sanatından ve politik savaşımından öğrenilecek çok şey var. Tutkuyla bağlı olduğu, uğrunda sayısız ve sınırsız özveriye katlandığı devrimci kavgasını zafere değin sürdürmek, onu yeni kuşaklara devrimci Güney olarak taşımak görevlerimiz arasında durduğunu unutmadan, ölümünün 32. yıl dönümünde Güney’i bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Öldürüldüğü ileri sürülen Mihraç Ural’dan açıklama: ‘düştüğüm pusuda, yaralı düştüm’

Al Jazeera Arapça, cihatçı örgüt Ahrar’uş Şam sözcüsü Ebu Yusuf el Muhacir’e dayandırdığı haberinde, Mukaveme Suriyyi (Suriye Direnişi) örgütünün lideri Mihraç Ural’ın top atışlarıyla vurularak öldürüldüğünü iddia etmişti.

Haberi başta Anadolu Ajansı olmak üzere diğer yerel kaynaklar da teyit etmişti. Mukaveme Suriye örgütü tarafından Mihraç Ural imzalı yapılan yazılı bir açıklamada ise, Mihraç Ural’ın iddia edildiği gibi öldürülmediği, “düştüğüm pusuda yaralı düştüm” sözleri dikkat çekti.
İşte o açıklama:

MUKAVEME SURIYYE’NİN BASIN AÇIKLAMASI 

(4 Nisan 2016)

Mihraç Ural: ”Beyt Hileybiyi’de( Lazikiye)….düştüğüm pusuda, yaralı düştüm.”

”İşkenceler zindanlar sürgünler Filistin davası için İsrail’e karşı savaştan Müslüman Kardeşlere karşı 1980’li yıllardan savaşa oradan bu günkü Suriye vatan savunması direnişine kadar hayatımın her adımını halkım için adadım.Beyt Hileybiyi’de Mukaveme Suriyyi güçleri başında bölgeyi özgürleştirirken düştüğüm pusuda yaralı düştüm.

Hala Lazkiye kırsalını Suriye ordusuyla birlikte tutan Mukaveme Suriyyi güçleri, savaşı sonuna kadar sürdürerek bu direnişi zaferle taçlandırmaya ant içmiştir; şehit üzerine şehit 75 yiğidimi yüzlerce yaralımla ben de bir şehit projesi olarak bu savaşın başında yürüyorum. Özverilerle dolu bu savaşta MİT elamanları, derin devlet çömezleri, Özel Harp dairesi kuklaları bana olduğu kadar halkımın öncülerine, kanaat liderlerine, sevilen şahsiyetlerine karşı karalama kampanyası açıp durdu. Her kesitte bu çömezler teşkilatlarının verdiği görevi yerine getirirken akıl zoru uydurmalarla, ahlak ve insan erdemini ayaklar altına alarak herkese, önlerine gelen herkese karalama yaptılar. İstihbarat teşkilatın kuklaların aynı şeyi defalarca tekrar ettiler etmeye de devam edecekler; Basınları da bir yandan bizlere saldırmayı sürdürecektir. Bunlar kendi uyduruk yalan ve kurgularını küfür edebiyatlarını aile ahlakları gereği kusacaklardır. İnsanları birbirine düşman etmek, yedikleri sofraya tükürmek, gittikleri her yerde düşmanlık yaratmak Özel Harp Dairesinin verdiği bir görev olarak gündeme gelmektedir. Oysa yoktan düşman edinmek halkını zerre kadar düşünen bir kimse için bir tercih olamaz.

Bu ancak görev ifa eden satılmışlara ait bir yoldur. Bunu ısrarla sürdürmenin cezasını ise zaman herkese nasıl verildiğini gösterecektir. Siz okurlarım, bu mücadelenin vefakar yiğitleri Suriye gönüllüleri bu kirli ve karanlık insanlara gereken tutumu göstereceğinizden emin. Bunlar benim muhatabım olamazlar önümde titreyerek duran, boynu bükük soytarıları hiçbir zaman ciddiye almadım kendi bataklıklarında boğulacaklarını biliyorum Zaman bu sözlerime hakemdir.

İt ürür kervan yürür… Bu karanlık insanlar hak ettiği cevabı okurlarımdan yeterince VERECEKLER.


Şimdilik bu yeter…

MİHRAÇ URAL”

ÇHD’li Avukat: Polis belimi kırmak için tekmeledi, 8-10 kez aynı yere vurdular!

Zeycan Balcı Şimşek, 11 yıllık avukat. İstanbul Barosu ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi. Biri iki, biri yedi yaşında iki kız çocuğu annesi. Kadıköy’deki Ekim Hukuk Bürosu’nda, eşi Bülent Şimşek ve iki avukat arkadaşıyla birlikte çalışıyor. Reno, Eczacıbaşı, Ford, Maltepe Belediyesi işçilerinin, üniversite öğrencilerinin, Gezi’de polis şiddetine maruz kalanların avukatlığını yapıyor. 1 Mayıs, Newroz kutlamaları dâhil, toplumsal muhalefete ilişkin birçok davayı takip ediyor. Şimşek, ÇHD avukatlar davasında da meslektaşlarını savunuyor. ÇHD davasına ilişkin yapılmak istenen açıklama sırasında polis şiddetine maruz kaldı. Omuriliğine giden iki kemikte kırıklar oluştu. En az bir ay boyunca sırtüstü yatacak. Kalkamıyor, oturamıyor, yere basamıyor.

En temel ihtiyaçlarını karşılaması için iki kişinin yardımına muhtaç. En kötüsü de iki yaşındaki Roza ile oyun oynayamaması. Şimşek, “Büyük kızım, beni yok saydı. Bakıcımıza, ‘Annem yürüyebilecek mi’ diye sormuş. O maalesef polis şiddetine alıştı. Memleketin halinden haberdar. Ama Roza yerimden kalkamadığım için çok üzülüyor. Sürekli beni kaldırmaya çalışıyor” dedi.

Şimşek ve saldırıya uğrayan avukatlar pazartesi günü suç duyurusunda bulunacaklar. “5 dakikalık bir açıklama olacaktı” diyen Şimşek, yaşadığı şiddeti Cumhuriyet’ten Hilal Köse’ye anlattı:

“Etrafımızı çevirdiler. Önce kalkanlarla itmeye başladılar. Biz dağılmayınca saldırının dozu arttı. 8-10 kez belime aynı noktaya tekme atıldı. Bunu yapan bir kişi mi bilmiyorum. Belim hedef alındı. ‘Ölüyorum’ diye ağlamaya başlayınca geri çekildiler. Öyle bir acı daha önce hiç yaşamadım, korkunçtu… Felç olmuşmuyum diye ellerimi oynattım. Kıpırdayamıyordum. Sonra ambulans geldi. Sedyede zafer işareti yaptım. Bir polis ‘o parmaklarını kıracağız’ dedi. Onun yüzünü hatırlıyorum.”

Polisler, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne girmek üzere olan ambulansı da ‘güvenlik’ bahanesiyle Şişli Etfal’a yönlendirmek istemiş. Şimşek, itiraz edince, ambulans geri dönmemiş.

“Savcılık talimatı var”
Şimşek’e göre, bir polis, onlarca kameranın önünde, kendi kafasına göre, bir avukatı böyle rahatça tekmeleyemez. “Adliyenin önünü, avukatlara yasaklamak adına bilinçli bir şiddetin sergilenmesi söz konusu. Olayın arkasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı var. Başsavcılığın talimatı olmadan böyle bir işlem yapılamaz” diyen Şimşek, şöyle devam etti.

“En son, gözaltına alınan ÖHD’li avukat arkadaşlarımız için açıklama yapmak isterken saldırıya uğradık. O zaman da ayaklarıma ve yüzüme darbe aldım. Çağlayan’daki adliyenin içinde ilk 2013 yılında polis şiddetiyle karşılaştık. Bizzat benim mağduru olduğum 4 dosya var. Müvekkillerim adına yaptığım şikâyetleri saymadım. Şu ana dek yargılanan tek bir polis yok. Polis şiddetine çok alışkınız. Ama hiç korkmadık, yılmadık.”

Meydanı’nın yasaklanmasını savunan Memur-Sen’in, bu yıl Taksim Meydanı’na başvuru yapması dikkat çekti

Meydanı’nın yasaklanmasını savunan Memur-Sen’in, bu yıl Taksim Meydanı’na başvuru yapması dikkat çekti. Memur-Sen’in başvurusu, Taksim Meydanı’nı yasaklatmak amacıyla yapıldığı yorumlarına neden oldu.

İstanbul Valiliği, yandaş sendikanın başvurusunu reddetti ve alana ilişkin resmi bir yasaklama kararı çıkartılmış oldu. Memur-Sen’in ikinci kez başvuru yaptığı ve henüz yanıtlanmadığı belirtildi. Ancak ilk başvurunun reddedilmesi nedeniyle ikinci başvuruya da olumlu yanıt beklenmiyor.

ÇERKEZOĞLU: TAKSİM’İ ÖZGÜRLEŞTİRME MÜCADELESİ SÜRÜYOR
Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs’a kapatılmasına ilişkin ETHA’ya konuşan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Taksim başvurusunun kabul edilmemesinin hukuksuzluğun devamı anlamına geldiğini ifade etti. Çerkezoğlu, “2015 yılında yaptığımız Taksim çağrısından dolayı açılan davalarda beraat ettik. En son ki mahkemede Taksim’e çağrı yapmanın suç olmadığı bir kez daha yargı yoluyla kesinleşmiş oldu. Dolayısıyla böyle bir süreçte Taksim Meydanı’nın yasaklanması hukuksuz bir durumdur” dedi.

Yıllardır Taksim’i ve 1 Mayıs’ı özgürleştirmek için mücadele ettiklerini kaydeden Çerkezoğlu, “Biz bugüne kadar Taksim ve 1 Mayıs’ın özgürleştirilmesi için verdiğimiz mücadelede bu konfederasyonları ve sendikaları hiç yanımızda görmedik. O yüzden Taksim’e başvuru yapmasına bir anlam veremedik” diye konuştu.

Taksim iradesinin devam ettiğini kaydeden Çerkezoğlu, 1 Mayıs’a ilişkin gelecek hafta DİSK Başkanlar Kurulu’nu toplayacaklarını ve orada karar alacaklarını söyledi. Çerkezoğlu, toplantının ardından KESK, TTB ve TMMOB’u ziyaret edeceklerini ve kararlarını kamuoyuna açıklayacaklarını belirtti. Çerkezoğlu, son olarak, İstanbul Valiliği’nin de yasakçı zihniyetten vazgeçmeye çağırdı.

7 Nisan 2016 Perşembe

1 Mayıs’ta yoksulluğu faşist kuşatmayı ve yasakları parçalayarak alanlara çıkalım!

Şikago proletaryasının 1886 yılında ABD’de yaktığı isyan ateşi, yüzyılı aşkındır dünyanın her yerinde, emeğin sermayeye karşı başkaldırı günü olarak yanıyor. Biliyoruz ki, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs, işçilere, emekçilere bu zulüm cenderesi ve onun asalaklarına, zorba faşist burjuva kapitalist devlet aygıtına karşı birleşmenin, dayanışmanın kızıl bayraklarının, insan yaşamının devamını emekleriyle, emek güçlerini kullanarak sağlayanların ellerinde dünya topraklarında dalgalandırıldığı yıkım ve yeniden kurmanın müjdecisi bir gün‘ü, bir ay‘ı değil sadece, koca bir enternasyonal tarihi anımsatır.

Sermaye sınıf da biliyor ki; dünyanın bütün işçileri ve emekçileri, emperyalist kapitalistlerin sömürü dünyasına karşı, diğer ezilen ve sömürülen emekçileri de yanlarına alarak, ayağa kalkarlarsa, dünyanın hiç bir ordusu ve polis gücü onların karşısın da tutunamaz. Dünya emperyalist burjuvazisi bunun örneklerini yaşadı, biliyor ve korkuyor.

İşte 2006 1 Mayıs'ında, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın işçi ve emekçileri, ezilen ve yok sayılan, kanlı katliamlardan geçirilen Kürt ulusu, zulmün ve zorbalığın kurumu TC devletine, faşist dinci AKP diktatörlüğünün sınır tanımaz faşist baskı ve terörüne, ulusal zulme, her türlü ayrımcılığa, imha ve inkarcılığa ve sömürüye karşı bir kez da sesini yükseltecektir. Faşist 12 Eylül anayasasına karşı, fiili olağanüstü hal ve diğer faşist ırkçı kararnamelere ve özel yasalara karşı; Yeni TCK ve infaz yasalarına karşı; İş, ekmek, temel hak ve özgürlükler için;

Kürt ulusunu kendi kaderini kendi eline alması; Kadınların kölelik zincirlerini parçalayıp özgürleşmesinin yolunun açılması; Emperyalist uşaklığına, NATO’ya bağımlılığa son verilmesi; Ekonomik yoksulluk, işsizlik ve işçi kıyımına; Üniversitede, sivil faşist, idare, polis, jandarma işbirliği terörüne, faşist-gerici dinci ve paralı eğitim sistemine; Özerk ve demokratik üniversite için YÖK’e karşı; işçi, memur ve bütün çalışanlara özgür sendikacılık ve grevli toplu sözleşme hakkı; devrimci tutsaklara özgürlük; Kirli savaşın durdurulması için;

Aydınlara, devrimci-demokratik muhalefete yönelik tutuklama terörünün son bulması: demokrasi, eşitlik ve özgürlük istemlerinin, Erdoğan’ın önderliğinde AKP faşist iktidarı tarafından kan, zulümle ve topyekun savaşla boğulmasının önüne geçmek, işçi kıyımlarını, örgütsüzleştirme dayatmalarını,Türk ırkçı-şovenist linç dalgasını, grev yasaklarını ve zamları geri püskürtmek için, Türk ve Kürt ulusundan işçi ve emekçilere demokrasi, eşitlik, özgürlük, daha iyi yaşam ve daha iyi çalışma koşulları; İstanbul da 1 Mayıs alanı Taksim'e konan yasağın parçalanması; yurt-dışın da yaşamak zorunda kalan göçmen emekçilere yönelik faşist ırkçı-ayrımcı saldırıların son bulması ve eşit yurttaşlar olarak yaşamlarının önündeki ayrımcı-ırkçı yasaların kaldırılması için:

1 Mayıs'ta fabrikalarda, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara çıkalım ve emperyalist kapitalist sermayenin ve faşist dinci gerici saldırı ve savaş dalgasına karşı birleşik gücümüzü harekete geçirelim ve her yerde ve her alanda 1 Mayıs’ta birlik, dayanışma ve mücadele gücümüzü ortaya koyarak, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için sesimiz alanlarda yükseltelim. Unutmayalım ki, kurtuluşumuz devrim ve sosyalizmde. Faşizmi devrimle ezeceğiz.

Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!
Yaşasın Proletarya enternasyonalizmi!
Emperyalizme kapitalizme ölüm halklara eşitlik ve özgürlük!

Halkın Birliği - 1 Mayıs 2016 Özel sayısı